Dünyanın gidişatı ortadayken hâlâ umut etmemiz için bir neden kendini usulca belli etti. Bu, Ramazan-ı Şerif’ti.
Dünyada 2 buçuk milyon insanın hayatına mal olan salgın mendeburuna resmi verilere göre 40 bine yakın insanımızı ülkemizde kurban vermişken iyi şeyleri düşünmek için Ramazanı vesile edebilecek miydik?
Ülkenin de dünyanın da gündemi “illallah” dedirtirken kendimizi kaybedişimizi biraz durdurabilmek için güzel bir imkân var şimdi.
Sadece son bir yılda yaşadıklarımız; salgın tedbirleri, kapanmalar, sosyal mesafe, hijyen hassasiyeti ve yitenlerin mezarına toprak atmanın bile lüks olduğu bir dönem...
Çoğunluğun yoksullaşmasının yanında işini bilen bir azınlığın salgınla zenginliğini katlaması… Gerilen sinirler, eve kapanmışlık, salgına rağmen çalışma mecburiyeti, iletişim araçlarının yaygınlığına inat herkeste var olan anlaşamama sorunu da bu dönemin sıradan gündemiydi!
Geçmiş yıllarda rahatça sorulan “Nerede o eski Ramazanlar?” sorusunun artık 2 sene öncesini hatırlattığını kabul ettik. 40-50 sene önceki Ramazanları aramak, şimdi kimsenin aklına bile gelmiyor.
Çünkü büyük insanlık, içine düştüğü dramın şaşkınlığını henüz atamadı.
O eski Ramazanlar artık çok uzak olsa da kimi yaşananları unutmak kolay olmuyor.
“Beni hiç mi sevmedin?”
Bundan 4 yıl evvel bu satırların yazarı İstanbul’da tek başına bir Ramazan yaşarken bir iftar sonrasında şahit olduğu olayı her sene hatırlamaktadır mesela.
Bir apartman girişinde genç bir oğlanla kız tartışıyor, oğlan, kızdan bıkmış gibi konuşuyordu. Bir an evvel ondan ve oradan uzaklaşmak ister gibi görünüyordu.
En sonunda oğlan, sevimsiz yüzüyle gitmeye kalktığında, ardından bağırdı kız: “Beni hiç mi sevmedin?” Oğlanın karşılığı hiç de hisli değildi: “Of be! Yeter!”
Kız neredeyse yalvarıyordu ve bu hatır gönül bilmeyen zibidi oğlan, bir kalbi tuzla buz ettiğinden haberdar değildi. Belki de bal gibi her şeyin bilincindeydi de bu yüzyılın hissiz zibidi rolünü oynamayı üstlenmişti.
Oğlan yürüdü gitti, kızsa gözyaşları içinde evinin yolunu tuttu. Gittiğinde nasıl bir ev hâliyle karşılaşmıştı ve bu olayı şimdi hatırlıyor muydu? Bilinmiyor!
“Kimseye bir şey denmiyor…”
Bu sefer 2 yıl önce bir Ramazan ayında Kastamonu’da yürürken Sosyal Yardımlaşma’nın önündeki kalabalığa dikkat etmiş, içeriden eli gıda dolu poşetlerle çıkan teyzeye sormuştum: Sana bunları taşımaya yardım edecek yok mu teyze? diye.
Biraz hüzünlü bir ifadeyle “Kimseye bir şey denmiyor, 40 yaşında bir oğlum var, evlendi, boşandı. Hiçbir şey konuşulmuyor…” demişti.
Karşılık verememiştim. İçi gıdayla dolu ağır poşetleri yüklenip “Hadi hayırlı Ramazanlar oğlum.” diyerek yine yürümeye koyulmuştu.
Salgın kimin işi?
Bu iki olayı düşündükçe patlayan salgına pek de şaşırmıyorum şimdi. Ne olacaktı peki? Gününü çiçeklendirmeyi bilmeyenlere gökten çiçek mi yağacaktı?
“Efendim bu salgın, Allah’tan mı, yoksa bir insan oyunu olabilir mi?”
Bir oyun olur mu olur. Ne kepazelikler yapmadı ki insan! Fakat bir hile yoksa da akla şu meşhur fıkra geliyor:
Bektaşi erenlerinden biri sürekli “Her şey Allah’tan, Her şey Allah’tan.” diye yürüyormuş. Bektaşi yine böyle bir hâldeyken serserinin biri, erenlerin enseye sert bir şaplak indirmiş. Bektaşi bozuntuya vermese de hemen hiddetle geriye dönmüş.
Serseri, “Ne bakıyorsun, baba erenler, hani her şey Allah’tandı.” diye gülmüş.
Bektaşi lafı gediğine koymuş: “Tabii her şey Allah’tan da hangi deyyusu aracı etti ben ona bakıyorum!”
Bugünkü dünya hâline aracı olanlar kendilerini gayet iyi biliyorlardır herhâlde!
“Köprüden Önce Son Çıkış”
Evlerin çekili perdeleri ardında nasıl bir hayat yaşanıyor, hangi kederler, mutluluklar?..
Şimdilik şeffaf bir cevap bulamasak da Kastamonu’nun meşhur cıbır simidine gelen yüzde 20 zamla bir parça sendeliyor, sonra ulaşıma ve bilumum gıdaya gelen zamları da kaldırma gücümüzle beraber yine nice zamlara karşı dik duruşumuzu bozmamaya çalışıyorduk. Ne çekmiştik be?
Bunca şeye rağmen hâlen ayaktaysanız ve bir parça da olsa sevgi dolu huzurunuz varsa inanın, büyük bir nimet içindesiniz.
90’lardaki Ramazanları, Burhan Çaçan’ın ilahi albümünü, o zaman iftar programlarında ezan okuyan sanatçıları ve Karagöz-Hacivat oyunlarını hatırlayıp hasretle karışık bir tebessüm etmenizde sakınca yoktur yine de.
* * *
Hayır, o genç bilmiyordu. Beni hiç mi sevmedin? diye yakaran kızın feryadını yıllar önce bir sanat müziği eserinde bir başka talihsiz âşık da söylemişti:
“Bekledim de gelmedin
Sevdiğimi bilmedin
Gözyaşımı silmedin
Hiç mi beni sevmedin”
Bu yakarışı da kalbindeki hisleri kaybetmeyenler dışında yine duyan olmamıştı!
* * *
Salgın hâlinde bile hâlâ insafa gelmeyenler ve ince şeylerin derdine düşmeyip vurdumduymazlığı karakter edinenler için tek seçenek kalıyor: Kıyametin kopması!
Gelin yol yakınken “Köprüden Önce Son Çıkış” tabelasını görmezden gelmeyin. Geçmediğiniz köprüler için ödediğiniz vergiler bir yana bu hâl ile o manevi köprüden kolay geçilir mi sanırsınız?
* * *
Ramazanın olmazsa olmazı güllacını ihmal etmeyin ama güllaç gibi kalpleri de yorup kırmayın ne olur.
Ne buyurmuştu sevgili peygamberimiz:
“İnsanda bir organ vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur; eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.”
Aman dikkat! Kalbi hafife almayın sakın!
Sağlık, huzur ve mutluluk vesilesi hayırlı bir Ramazan dilerim.