Köşe yazılarını okumayı severim ve her gün bu yazıları dikkatle takip ederim. Yazılarını takip ettiğim yazarın yazı başlığıysa beni bu yazıyı yazmaya itti: “Diplomalı işsizler ordusu”
Emin Çölaşan’dan bahsediyorum. 1970’li yıllarda muhabirlikle gazeteciliğe başlamış ve o yıllardan bugüne de basınımız için önemli bir isim olduğunu kanıtlamıştır. Her yorumuna katılmasam da Devlet Planlama Teşkilatı’nda memurken uğradığı haksızlık, daha sonra birkaç memurluk görevinde daha bulunup “olmayacağını” anlamasıyla gazeteciliğe başlaması ilgimi çekmiştir, Uğur Mumcu’nun dostu olması da cabadır.
Çölaşan’ın köşesini takip etmeye 2003-2004 yıllarında başlamıştım ve o yıllar lise öğrencisiydim. 17 yıldır ülkeyi yöneten iktidarın ilk yıllarıydı ve Çölaşan’ın kalemi keskindi. Özelleştirmeler, İMF programı doğrultusunda hız kesmiyor, yazarımız da hem bunu eleştiriyor hem de benzer konularda muhalefet ediyordu. İşte bu yıllarda da işsizlikten ve özellikle ülkemizdeki iletişim mezunlarının durumundan bahsediyordu Çölaşan. Hürriyet’e gelen stajyer iletişim öğrencilerinden ve bu sektörde işin pek de olmayışından dem vuruyordu yazılarında. Üstelik yazarın veryansın ettiği bu konu, bu kadar dal budak salmamıştı, mezun sayısı bugünkü kadar değil ve en azından medya korku duvarının ardında henüz ezilmemişti!
Yazarın pazartesi günkü yazısındaki bir bölüm şöyle mesela:
“Türkiye’nin dört bir yanında olur olmaz üniversitelerde iletişim fakülteleri açtılar. Bu fakülteleri bitiren çocuklar sözüm ona “Gazeteci” olacak! Hemen hepsinde hocalar yetersiz, eğitim yetersiz ama çocukların gönlünde gazeteci olmak var.
Ne zaman ki okul bitiyor, gençler basın yayın kuruluşlarına gidip iş başvuruları yapmaya başlıyor. O kadar ki bazıları gelip bizden rica ediyor…
Verebildiğimiz yanıt ne yazık ki aynı:
‘Arkadaşım ancak büyük medya patronlarından, ya da AKP’li üst düzey siyasetçilerden torpil bulursan işe başlarsın. Ancak koşulları iyi bil. Uzun yıllar boyunca sana para vermezler. Sigortasız, maaşsız çalışır ve perişan olursun… İyisi mi sen unut gazeteciliği, kendine başka iş ara!..’
Ve bir süre sonra beklentileri yok oluyor…”(1 Temmuz 2019, Sözcü)
İş için umutlu gençlerin umudunu kırıp onları hayal kırıklığına uğratan, karamsarlığa sürükleyen bir karşılık bu! Ama ne yazık ki gerçek!
İletişim fakültelerinin çokluğunun yanında iş alanının darlığı ve normal olmayan işe giriş durumları hem bu fakültenin hem de diğer fakülte mezunlarının başka sektörlerde çalışmasına neden oldu ve hâlen oluyor ama onları, gerçekçi davranmak adına âdeta acı bir tokat tesiri yapacak cümlelerle karşılamak ne kadar doğru?
Çölaşan, gazeteciliğe başladığında meslek bu kadar yıpratılmamıştı, kazancı da bugünkü kadar “hiç” değildi ve en önemlisi televizyonun bile lüks olduğu dönemde gazete herkes için bir “ihtiyaç”tı. Bugün gazeteler günden güne düşen tirajları ve ilgisiz okuyucularıyla ite kaka gidiyor, yerel basından hiç konuşmayalım, durum daha da fena!
“Önce İnsanım Sonra Gazeteci” kitabında Çölaşan’ın gazetecilik serüveniyle ilgili önemli bilgiler ediniriz: Milliyet Gazetesi’nin yazı yarışmasında birinci oluşundan ve daha sonra Abdi İpekçi ile tanışmasından…
Evet, bugün “üniversite mezunu işsizler” diye bir gerçek vardır ve bu gençlerin en ılımanı devletin kendilerine bir kadro açıp memur yapmasını beklemektedir ki geçen yıllar bu beklentiyi de değiştirir. Bu, gençlerin değil, ülkeyi yönetenlerin sorumluluğundadır ama şu an suçu kimse üstlenmeye yanaşmıyor. Bu ülkede miting alanında azarlanan atama bekleyen öğretmeni görmedik mi mesela?
Bir de yakınan sermayeci görüşü vardır bu konuda: “Efendim, iş olmaz mı? Var da işçi yok!” “Hayda…” dediğinizi duydum, devam ediyorum. Avrupa’ya ve Amerika’ya çalışmaya giden üniversite mezunlarımız neden pizzacıda garsonluk yapmaktadır bilir misiniz? Çünkü bu ülkelerin yurttaşları eğitim aldıkları işlerde çalıştığı için ülke idarecileri dışarıdan işçi ithal etme yöntemini uyguluyorlar. Bizdeyse gençlere yetersiz de olsa üniversite diploması sağlamakla övünülüp mezuniyetten sonra ucuzluk marketlerinde işe girmedikleri için onlarla kavga eden bir yönetim anlayışı var, hadi çıkın işin içinden şimdi!
Benim gibiler işin içinden çıkamayınca da Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyelerinin 13 bin liradan 18 bin liraya çıkarılan maaşlarına kafa takıyoruz mesela, olacak iş mi? Hem ne dedi bu kurulun “önemli” bir üyesi?
“Benim ne alacağımı ben düşünmüyorum ki nitekim bazı edepsizler bunun üzerine yorum yapsınlar. Milletvekili ne kadar alıyor, emeklisi ne kadar maaş alıyor, seni ne ilgilendiriyor kardeşim?”
Tamam, işte o kadar! Niye kafaya takıyoruz ki bunları değil mi? Affedin beni, edepsizliğimi deşifre ettiğim için! Böylesi “önemli” bir kurulda ülkemiz için maaş talep etmeden çalışma “edepsizliğini” göstermeyip 13 binden 18 bine çıkarılan maaşlarınıza da itiraz etmediğiniz için hepinizi kutluyorum! Vatan size minnettardır!
Emin abi haklı! Haklı ama bu karamsarlık aşılanan, umutları kırılan gençler de haklı! İşten, işsizlikten, diploma başarısının karşılığını hayatta bulamayıştan bahseden her haberle kederlenen gençlerimizi anlamaya çalışın. Herkesin umut kırıcı, hayal yıkıcı olarak üstlerine geldiği bir dönemde onlara dostça bir selam edin, çok mu zor?
Bunca acı gerçeğin yanında görmesini bilene bir tatlı gerçek var ki o da bu dünyanın bu gibi şeylere üzülmeye değmeyeceğini anlatıyor bize, boş verin, boş verelim!