Doğmak, bir kısım insanlar için çekmeye aday olmaktır. Bir kısım insanlar bir ömür çeker. Bir kısım insanlar bir zaman sonra kurtulur. Diğer bir kısım insanlar da iki ömür (isyan eder, dünya-ahiret) çeker. Kendi adıma ölümle adalet olmasaydı, dünya hayatı çekilmezdi diye düşünürüm. Şöyle ki, düşünün birilerinin daha doğmadan yedi sülalesi ihya olmuş. Diğer taraftan makam mevkii için hiç emek -liyakat- vermesine gerek yok. Tabiri caizse dayılar hazır… Bunun tersine diğer cenahta daha dünyaya gözünü açarken engelli olarak açmış. Hatta bir ömür yatağa ve başkasına bağımlı kalmak zorunda kalmış… Veya birilerinin bir yılda kazanamadığını birileri bir gecede harcama imkânına sahip olmuş… Buna mukabil ölüm olmazsa, ahiret olmazsa bunu hangi adalet izah edebilir. Bu durumda yüce yaratıcı haşa kayırmacılık yapmış olmaz mı? Engellinin, fakirin günahı neydi, diye aklımıza gelmez mi? Haklı olarak gelecektir. Bu ve buna benzer örnekler -Cennet/Cehennemle denge oluşturuyor- benim ahiret inancımı daha çok etkiliyor. Bilmiyorum katılır mısınız?
Osmancık ilçesinin 20 km uzaklığında olan Seki köyünde gözlerimizi bu fani âleme açmışız. Ağlamakla başlayan hayat anlamakla devam ediyor. Lakin hala tam anlayabilmiş değiliz. Lakin anladığımızda çok geç kalmış olacağımızın farkındayız. Rabbim, cümle arzu edenlere zamanında anlamak ve ona göre topyekûn toparlanmak nasip eylesin. Çevremizdeki tüm ailelerde olduğu gibi bizim de çocukluk yılları maalesef çok sıkıntılı geçti. Başkalarından farkı köye bir iki saat uzaklıkta yaylada kalmamız bu sıkıntıları biraz daha tetikledi. Yaylada tek başına kalmak, derelerde kendi başına oyunlar bulmak ve en önemlisi köy özlemi çekmek, köye gittiğinde çekinmeden, sığınacak bir liman bulamamaktı. Özellikle bayramlarda çok zorlanırdık. Acıkınca utancımızdan kimsenin kapısını çalamazdık. Daha doğrusu bir bahane bulup gittiğimizde, "karnın aç mı?" diye sorulursa 'tok' derdik. Birde emsalim teyze oğlu ile kavga yapıp sonra evlerine gitmek çok zor gelirdi ama el mahkûmdum. İlkokul beşinci sınıfa kadar okula tek başıma yayladan köye gittim geldim. Senede iki ayı aşkın okula devamsızlık yapardım. Yine de sınıfta çalışkan öğrenciler arasındaydım. Gidip gelirken o çocukluk korkusunu anlatmama gerek yok, umarım tahmin edebilirsiniz.
Havaların erken karardığı bir zamandı. Okuldan dağıldık akşam ezanı okundu. Ben koşar adım yayladaki evimize gitmeye başladım. Tam ortada bulunan çaylık denen mevkiine gelince, köpekler havlamaya başladı. Korktum, geri köye kaçtım. Utanan bir çocuğum, kimin evine gidebilirim ki, teyzemin evinin önünden öksüre öksüre bir iki defa geçtim. O an sesimi teyze kızı (sonra yengemiz oldu) duydu. "Nere gidiyorsun, ortalık karardı. Bizde yat" dedi. Bende zaten bunu bekliyordum. Orada yattım. Sonra öğrendim ki bizim kurbanlık kaybolmuş annem babam onu aramaya dağa çıkmışlar ve gece dağda kalmışlar. Şayet ben gidecek olsaydım yaylada onları bulamayacağım ve gece korkudan belki de kafayı yiyecektim. Rabbim önüme köpekleri çıkarıp beni geri köye gönderdi. Bu durum benim hayatımda unutamadığım anlardan bir tanesidir.
Su değirmenimiz vardı. Babamla beraber değirmen taşını dişlerdim. Un öğütmesinde ona yardım ederdim. Değirmene un öğütmeye gelenlerin sohbetini dinlemekten zevk alırdım. Ahıra, samanlığa daha doğrusu evin etrafına çeki düzen vermekten, anneme yardım etmekten zevk alırdım. Tek ineğimiz vardı, onu otlatmaya (babam, ineği otlat da gel deyince) götürmeyi -usandığımdan- hiç sevmezdim. Diğer taraftan annemin, beni babama karşı korumadığı tek yer, babam: "haydi abdest al, Kuran okutayım" deyince itiraz edersem savunmazdı. Bizim okumamızı arzu ederdi. Bu yüzden de babam zaman zaman bana -çağırınca okumuyorsun diye- kızardı.
Babam ilçeye gittiğinde somun ekmeği getirecek diye dönmesini dört gözle beklerdim. Bazen de getirmezdi -fırınlarda ekmek erken biterdi- çok üzülürdüm. İkinci el diye tabir edilen bitpazarından aldıkları giysileri çok giydim. Hele yeni bir giysi alınmışsa onu köye giderken giyebilmek için sabaha kadar uyunmazdı. Hatta birinde bayram kutlamasına önlük yerine yeni alınan bir kazağı giyip gittim de, tek ben önlüksüz olunca utanmıştım.
Özeti: İnsanı yaşatan acı tatlı yaşadığı anılardır. O günlerde çok sıkıntı çektik belki ama bugün hele edebiyatla meşgul olan birisi için yazacak o kadar hatıralar ortaya çıkıyor ki yaz yaz bitmez. Bugün şikâyet etiğimizi belki de dün bulmak için can atıyorduk. Onun için dünü hatırlarken bugünün nimetlerine şükretmek gerekir. Ama çocuklarımız bunları yaşamadığı için biraz hayali geliyor.
TAVSİYE: 50 yılın birikimi olan, muhtevasında 660 adet farklı nükteli nasihatin yer aldığı Mahirane Söylemler ve -hikâyeden şiire sızan- Susamak, Depremle Yaşamak ve Kazalar geliyorum Demez kitaplarımı mutlaka okumanızı ve evlatlarınıza okutmanızı samimi olarak tavsiye ediyorum. 536 5681141 No.lu telefondan iletişime geçerek, (150 TL) benden imzalı olarak temin edebilirsiniz.