Hasan DEMİRKIR

Adını koyalım

Hasan DEMİRKIR

  • 866

Konuya şöyle başlamak istiyorum. Okurlarıma yazımın tamamını okumalarını bir kere de bu konuya bu açıdan bakmalarını talep ediyorum. Hatırladığım kadarıyla 1999 yılında yaşanan Büyük Marmara Depremi sonrası Türk Kızılayı stoklarında kan kalmayınca kan ihtiyacını ülke dışından karşılayalım denilmişti. O günkü hükumet ortağı olan MHP yönetimi özellikle de MHP Genel Başkanı Sayın Dr. Devlet Bahçeli bey bu konuya sıcak bakmamıştı. Sebebi ise bence Türk Milletinin kanını değiştirilebilir diye düşünmüş olabilir. Hayatım boyunca ekol olarak aldığım kişilerden birisi zaten kendisidir. Devlet Bey'in her konuya ait sözlerini iyi araştıran bir kardeşiniz olarak bu konuya bakışının da doğru olduğu kanısındayım.

Türk devletleri tarihleri boyunca mazlum milletlerin her zaman yanında olmuştur. Bu da bizim kabile devleti olmadığımızı göstermektedir. Bu durum açıkça gönüllerin ülkesi olduğumuzu gösterir. Şimdi gelelim bu konunun tam olarak adını koyalım. Sığınmacı ve mülteci arasındaki fark nedir? Mültecilik, hukuki bir statüdür. Mülteci olduğu iddiasıyla ülkesini terk eden ama mültecilik statüsü başvurusu sonuçlanmamış kişiler "sığınmacı" olarak adlandırılır. Mülteci ise sığınma başvurusu kabul edilen kişidir. 21 Haziran 1934 tarihli T.C. Resmî Gazete'de yer alan Atatürk’ün Sığınmacı Yasası: "Türk Soylu olmayanlar istediği yere yerleşemez. Anadili Türkçe olmayanlar müstakil mahalle kuramaz, işçi ve sanatçı kümesi oluşturamaz. Ecnebilerin bir belediyedeki nüfusu %10’u geçemez." denilmektedir.

Suriye konusunda Türkiye olarak tarafımızı yanlış seçtiğimiz açıkça ortadadır. Çünkü geçmişte kardeş dediğimiz bir ülke şimdi neden düşmanımız olsun ki? İki kardeşin düşünceleri her zaman farklı olabilir. Dünya tarihi boyunca buna farklı örnekler de verilebilir. Fakat kanlı bıçaklı iki komşu ülke olmaz. Suriye geçmişte PKK ile mücadelemize destek olmuştu. Şimdi bizimde mevcut durumun normale döndürülmesi konusunda Suriye'ye destek olmamız gerektiğini düşünmekteyim. Suriye iç savaşının çıkmasının sebepleri iyi araştırılmazsa çözüm bulanamaz. Dünyada tarih boyunca aç gözlü insanlar olduğu gibi aç gözlü devletlerde vardır. Şimdi de var. Yok mu? Savaşlar insan hakları için mi çıkıyor. Benim söylemim ile; "İşlerine geldiği gibi insan haklarını savunan Batılı Devletçikler." Bu devletlerin yoksa başka amaçları mı var acaba? Yeraltı ve yerüstü bakımından zengin ülkelerden biri de Suriye değil mi? Suriye’deki karışıklık hangi ülkelerin işlerine gelmektedir. ABD ve İsrail değil mi? Bu iki ülke neye el attıysa orada kan ve göz yaşı yok mu? Afganistan, Irak ve Suriye'de yaşananlar ortada değil mi? İyi hatırlamak lazım Türk tarihimizi. Bu topraklar Ata toprakları değil miydi iki güne kadar. Ata topraklarımızda Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de söz hakkı olmalıdır. Benim deyimim ile Suriye’yi de gönül coğrafyamızın bir parçası olarak görmemiz gerekiyor. Suriye'yi terk edip ülkemize gelenlerin tamamına yakını kargaşadan kaçmış kişilerden oluşmaktadır. Suriye Devleti kargaşalara yeterince müdahale yapmamıştır. Kargaşa olayları dış müdahale ve destek bulunca ise terör olayına dönüşebilmektedir. Suriye'de olan konu ise tam budur işte.

2000-2007-2014-2021 yıllarında yapılan Suriye seçimini Beşşar Esad kazanmıştır. Bu net bir durumdur. Bizim başka bir ülkenin seçimlerine karışma hakkımızda bulunmadığı gibi, nasıl veya neyle kazandığı yerine, mevcut sorunlara iki ülke nasıl çözüm buluruz diye kafa yormamız gerekiyor. İlişkileri tamamen koparmak her iki kardeş ülkeye zarar vermektedir. Çıkar ilişkisi çerçevesinde ilişkilerimizin geliştirilmesi hem ülkemize hem kardeş Suriye’nin faydasına olacaktır. İki kardeş ülke olarak şu veya bu ülke ne der diye değil. Biz ne dersek bu bölgede o olur demenin vakti gelmedi mi? Artık toprağa gömülen kafalardan bıktık. İki kardeş ne derse o olur desinler bölgemizde. Aynı Can Kardeş Azerbaycan ile olan ilişkimiz gibi olmalı Suriye ile ilişkilerimiz bence.

Sığınmacılık meselesi iki günlük misafir olmaktan çıkmıştır. Bu durum ülkemizde sorun oluşturmaya başlamıştır. Ülkemizde yaşanan ekonomik sıkıntıların sebeplerinden birisi olduğu da apaçık bu değil mi? Medyada bazı kendini bilmez sözde araştırmacılar veya konuşmacılar bu konuyu magazin haberi gibi yorumlamaktadır. Bu işin de her zaman olduğu gibi devlet aklıyla çözülmesi gerektiğini düşünmekteyim. Şu an ki devlet yönetimimiz kararını derhal vermelidir. Karar ise kardeşlik açısı bakımından değerlendirilmelidir. Alacağımız karar ise gerekirse hiç kimseye sorulmamalıdır. Misafirlerimizi artık kendi ana topraklarına göndermelidir. Resmi olmayan rakamlara göre toplam Suriyeli 13 milyon civarındaymış. Sonuçta bunlar asırlarca kalmak için gelmedi. Kalırlarsa toplumsal bir olaya döner, devletimizin kontrolünden çıkabilir. Önü alınmayacak kadar büyüyebilir. Gitmeyenler içinde sığınmacı ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ayrı bir yere konulmalıdır. Örnek vermek gerekirse, sığınmacılara farklı vergi oranı bile konulabilir. Bolu Belediye Başkanı Sayın Tanju Özcan’ın geçtiğimiz yıllarda gündeme getirdiği farklı su fatura tarifesi bile uygulanabilir. Bu uygulamanın amacı bellidir. Tabii ki de ırkçılık değil, Türkiye’de yaşayan sığınmacıların gitmelerini hızlandırmaktır. Bu konuyu artık ırkçılık olayı olarak görmek işi magazine çevirmekten başka bir şey değil. Ben burada şunu merak ediyorum ve soruyorum. Ülkemiz üst mevkilerinde oturan kişiler şunun farkında mı acaba? Ülkemizin kimliği bile değişebilir. Uzun zamanda değil, sadece 10 veya 15 yıl sonra Türkler, Türkiye Cumhuriyeti Devletinde azınlık olur. Benden söylemesi. Sözde Milliyetçiler değil, özde Milliyetçiler lazım bu ülkeye. Olayı Milli mesele olarak görmemiz gerekiyor.

Sözde devlet olduğunu söyleyen İsrail bu topraklarda Filistin’deki mevcut savaşını yaymak peşinde. İsrail'in gizli amacını iyi görmek lazım. İsrail'in amacı Devlet olmak değildir. İstese bile bu kafa ile olamaz. Okyanus dışı devletlere hizmet edip Akdeniz’deki varlığını kuvvetlendirmektir. Akdeniz’deki Kıta Sahanlığında söz sahibi olmak istemesidir. Yani İsrail'in yaptığı kısaca enerji savaşında ortağı ABD'ye yardımcı olmaktır. İsrail, Filistin'deki akan kanı Lübnan’a sıçratmadan bitirmelidir. 2006 yılında olduğu gibi bozguna uğrayabilir. Arkasındaki dayısı bile kurtaramaz. Bizler de Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak gönül coğrafyamız ile ilişkilerimizi geliştirmeliyiz. Önceliğimiz kardeş ülkelerin sayısını artırmak olmalıdır. Gazi Paşa'nın 20 Nisan 1931’de ülke seçimlerinden dolayı söylediği gibi "Yurtta sulh, Cihanda sulh" boşu boşuna söylenmiş bir söz değildir. Konuya dar pencereden bakanlar kime hizmet ettiklerini bilemezler. Bölgemizde kan dursun ki Dünya barışı olsun. Gönül coğrafyamızda barış yoksa her daim kan ve gözyaşı olur. Buradan selam olsun gönül coğrafyamız olan Batı Çin'den Doğu Almanya'ya, Kafkasya'dan Güney Afrika'ya kadar.

Yazarın Diğer Yazıları