Dyt. Güner ERBAY

Zayıf halkaların UNICEF'i ve Filistin

Dyt. Güner ERBAY

  • 322

Okulda okurken, Adana'da köy stajı yapmıştım. Adana merkez ve Kadirli'nin Armağanlı köyünde. O sene UNICEF ile Devlet Planlama Teşkilatı Türk halkının beslenme durumunu ortaya çıkarmak için bir araştırma yapmıştı. Bu araştırmada, DPT'den memurlar ile okulumuzun son sınıf öğrencileri çalıştırıldı. Önce tüm memurlar ve öğrenciler bizim okulda, bir ön eğitime tabi tutulduk. Araştırma İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana da yapılacaktı fakat sonuçların tüm Türkiye'yi temsil edebilmesi için, buna göre hazırlanmış bir örneklem metoduyla, adresler belirlenmişti. Biz öğrencilere, emeğimizin karşılığı olarak cüzi bir para verilmişti.

Öğrenciler olarak, bu minik paraya hemen tav olduk. Zaten nasılsa köy stajı yapacaktık, bu araştırma çalışması da okulumuzda köy stajı olarak kabul edilecekti, üstelik üste para da alıyorduk, daha ne olsun du !... Tabiki de en zor yerler hep biz öğrencilere verilmişti. En bulunmaz adresler ve köhne semtler hep bizdeydi. Belirlenen evlere üç gün üst üste gidip ne yiyip içtiklerini soruyor, not alıyorduk. Adreslerin çoğu hatalı çıkıyordu. Sokakların bir çoğunun ismi değişmişti, kimi evlerin yerinde yeller esiyor, bazı sokaklar komple yeryüzünden silinmiş gözüküyordu... Böyle durumlarda muhtarı buluyor ondan aldığımız bilgilerle yeni adresler oluşturuyorduk. Bazense, evler birbirinden öyle uzak olurdu ki, Adana'nın sıcağında, birinden diğerine gidene değin, başımıza güneş geçer, fenalaşırdık. Benim çalıştığım mahalle gecekondu bölgesiydi. Yeşilevler mahallesi. Gün boyunca evlere gidip ne yiyip içtiklerini not ediyorduk, fakat sorularımızda niyeyse yok yoktu. Demek bu çalışmadaki sonuçlara göre pek çok durumun planlaması yapılacaktı. Ailenin gelir durumundan, kullandıkları doğum kontrol yöntemine, kürtaj sayısına kadar her şey iğneden ipliğe öğreniliyordu. Geceleriyse hesap makinası elimizde, tüm yenilen yemeklerdeki her bir malzemenin, porsiyon miktarlarına göre tek tek besin değerlerini (protein, karbonhodrat, yağ, vitamin ve mineral miktarları) çıkartıyor ve bunları kodluyorduk. O vakitler Türkiye'nin hiçbir yerinde bilgisayar yoktu. Bu kodlamaları neden yapıyorduk acaba?!. Çok ama çok çalışıyorduk. Sanki boş, bir saniyemiz bile yoktu. Tarım Müdürlüğünün tesisleri bize tahsis edilmişti, burada kalıyorduk. Burada bize yemek de çıkıyordu. Yemeklerin hepsi acı biber salçası ile yapıldığı için önceleri biraz zorlanmıştım. Üstelik sırf biber salçası ile yapılmış yemeğe alışkın da değildim. Domates salçalı yemekler tercihimdi. Elbette staj bitimine kadar bu tercihim de değişti. Güneşte pişen biber salçasının yemeklere kattığı nefaseti anlayabilecek damak tadına ulaşabildim.

Kocaman leğenlere kırmızı biberleri doldurup kapının önüne çıkarırlardı. Bu leğenlere hortumla su doldurarak biberler yıkanır, ayıklanır; sokakta, tahta bir arabanın üstüne, büyük bir kıyma makinesini koyup dolaşan insanlar tarafından, herkesin biberi çekilir, tepsilere koyulur, güneşe sunulurdu... Bütün evlerin damları, tepsi tepsi çekilmiş biberlere, güneş banyosu yaptırma görevini üstlenmişlerdi sanki.

Bazı akşamlar, lokal gibi bir yere çay içmeye gider, termoslarımıza da çay doldurttururduk. Burada genç bir delikanlı çalışıyordu ve aşağı yukarı biz yaşlardaydı. Çay yapıp dağıtıyordu; çaycılık görevini yerine getirirken, kendi varlığını gizleyen davranış kalıplarını kullanır gibiydi Sessiz, sakin ve de çok uyumlu! O tüm hizmetlerini gelenlere sunarken, gelenler onu görse bile, aslında görünmez gibiydi. Gerektiği kadar konuşur, söylemesi gerekenleri söyler, herkesin suyu sıra akardı. Biz de ona gelir gider, ne kadar yorulduğumuzu anlatır, sızlanır dururduk. Tabi bir değil beş değil, baktı bu sızlanmaların sonu gelmiyor, sonunda bir gün dayanamadı, her işin bir zorluğu vardır deyiverdi. Ettiği laf bizlere manasız gelse de, bir şey demedik onun bu sözüne, seviyorduk onu, incitmek tercihimiz olamazdı ama tuhafımıza da gitti söylediği şey. Çaycılığın ne zorluğu olabilirdi ki.

Çok geçmedi, bir iki hafta belki. Bir gün, çay içmek yahut okey oynamak için lokale giden çalışanlardan biri; müdür yahut ziraat mühendislerinden birisi, haksızca dövmüş bizim çaycımızı. Öyle munis, herkese saygılı ve nezaketli bir genç insana niye bunu yapmış olabilirdi ki. Ne çok üzülmüştük, biz hepimiz. Yarasını deşmemek için, bir şey de soramadık kendisine... Diğer arkadaşlarımı bilmiyorum ama ben, o gün bize verdiği cevabın manasını anladım bu olayla... Bir daha da, hiçbir işi küçümseyip, kolay göremedim. Her işin mutlaka, kendine göre zorlukları olduğunu aklımda tutmaya çalıştım, aklımdan çıkarmadım! Çıkarmadım, çıkaramadım, çünkü öylesine terbiyeli ve efendi bir insandı ki; en zayıf halka olarak birisinin öfkesini ondan çıkarması en kolay yoldu. Bu kolay yola tevessül eden, ne çok insan vardır hayatta! Böyleleri elde ettikleri en ufak bir gücü, gözlerine kestirdikleri zayıf halkaları ezerek, kendilerine hakimiyetlerini ispat edip, duygusal tatmin yaşarlar. Üstün oldukları duygusunun morfini ile uyuşurlar.

Filistin ile İsrail ve gerisindeki Amerika'nın yaptıkları da anlattığım bu olayın ülke düzeyinde gerçekleşenidir aslında. Dünyamızda olup bitenler makro ölçekte de, mikro ölçekte de hep aynıdır. Dünya üstünde hep "gücü yeten güccük tavuğa" olayı gerçekleşir! Meşhur UNICEF Filistinli çocuklar için ateşkes çağrısında bulunmuş! Körler sağırlar birbirini ağırlar durumları! UNICEF görevlisi, Agelina Jolie nerelerde acaba, belki yakında ortaya çıkar, Filistinli çocuklarla bir iki pozunu verir artık. Böylece UNİCEF de görevini yerine getirmenin müsterihliğini yaşar! Tüm bu kuruluşların paravan olduklarına olan inancım; öğrenciyken yaptığımız bu araştırmanın sonuçlarının olumlu yönde, daha iyiye ulaşmak anlamında, hiçbir işe yaramadığını görmemle gerçekleşti. Bir ülke ne yapabiliyorsa kendisi yapmalı, bu gibi kuruluşlarla bilgi paylaşımına girmemeli diyorum.

Sevgilerimle

Yazarın Diğer Yazıları