Yılın en renkli ayı, ekimin ortalarına geldik. Doğa bu ayda bambaşka bir renk şöleni hazırlar bize. Bazıları ona kızıl ekim diyor. Kızıl Ekim; Sovyet devriminin adı, fakat aslında Ekimde değil Kasımda yapılmış bir devrim olmasına rağmen, adı kızıl ekim olarak kalmış. Jülyen takvimine göre devrim Ekime denk düşüyor. Bu durumda o vakitler Rusya'da bu takvim kullanılıyormuş diyebiliriz sanırım. Rus devrimini, güzel bir aşk hikayesi ile birlikte anlatan, Dr. Jivago'yu okumuştum. Devrimin kanlı yüzünü etraflıca anlatıyordu. Fransız devrimini anlatan Victor Hugo'nun 93'ünü de okuma şansım oldu. İkisinden de bende kalanlar tam bana göre olan şeyler fakat bunları başka bir yazıya saklamalı. Bana göre Kızıl Ekim, sonbaharın renk şaheseri olan ayı demek. Ekim ayında; sarılar, kırmızılar, kahverengiler yanında hala yeşiller de yer alır. Diğer aylarda kırmızı rengi, hakim renk olarak doğada görmek zordur. Görsellikte, kırmızı en göz alıcı renkse, en göz alıcı ay da ekim ayı olur.
Turnaların göç zamanı da ekime denk geliyor. Bu günlerde özlediğimiz seslerini duymamız lazım. Turna sesi; oldukça öte yıllardan hatırladığım bir ses ama zihnimde öylesine canlı duruyorlar ki, biraz zorlasam faaliyete geçecek oradaki kayıt, duyacağım onları! Yenice'de, evin yakınlarındaydı göç yolları. Geçiş zamanları da, nasıl oluyorduysa, her sene, günün aynı saatlerinde olurdu! Yola çıkış zamanlarını bilemesem de, güzergahlarındaki her noktayı geçiş zamanları, hep aynı saatlerde oluyordu. Gece geçerlerdi üstümüzden; grak grak grak diyen seslerini dinletirdi annem. Kulak kesilirdi onlara, bize de kestittirirdi. Bize onları dinleterek ne iyi etmiş. Hayatı fark etmeyi, sevmeyi, içine dalmayı böyle böyle öğreniyor insan. Nedendir bilinmez, biraz hüzünlü ama aynı zamanda huzur da veren bir sesleri vardır, yaradılışları böyle olsa gerek. Bir ses aynı anda, insanda hem hüznü, hem huzuru, belki de bir parça umudu içimizde uyandırabilir mi? İnsanlar o hüznün içinde gizlenmiş olan huzuru ve umudu hissettiği için, belki bunca türküye konu etti onları.
Oldukça büyük kuşlar, birbirlerine kur yaparken, yaptıkları dans esnasındaki zarafetlerine yetişilemiyor, seyretmelere doyulmuyor o derece. Estetiğin son hali gibiler, anlatmak için hangi sözcüğü kullanmalı acaba diyor, bulamıyorsun. Filamingolar da turnaymış, bir iki yıl önce öğrendim. Üstelik onlar; bizim allı turna dediğimiz kuşmuş. Flamingoların, renklerine aşığım diyebilirim. Onların kanatlarındaki allara tutulmayacak insan var mıdır bilmiyorum. Turnaların sesine kulağın ulaşması, sessizliğin hakimiyetinde mümkün. Şehir yaşamında duymak çok zor olsa da, her ekim geldiğinde ara ara dinlerim etrafı. Bir ümit benim ki, yılların özleminin ümidi. Ümitse biz fakirlerin ekmeği! Fakir deyince parasal azlık, eksiklik anlaşılmamalı. Bu dünyadaki en varlıklı insanlar bile, bir yada birkaç yönden fakir olabiliyor. Kimisi parası az olduğu için, kimisi sağlık yönünden, kimi sevgiyi bulamadığı için fakir ve tüm bu fakirlerin ekmeği de ümit işte! Benim de, kulaklarım, turna sesine fakir kaldı yıllardır!
Manolyanın asil aşkı temsil etmesi gibi, bu hayvan da benzer mevhumları temsil ediyor. Göçmen kuş olması, insanların gözünde onu haberci kuş yapmış. Sevdalılar, sevdalandıklarına onlarla selam göndermiş. Şimdilerde basitleştirilse, basit görülse de, selam göndermek ne kadar da önemlidir. Manası çok büyüktür selamın. Önemli bir hatır değeri vardır ama gittikçe azalarak, yok olmak üzere, bu değer.
Allah'ın 99 isminden birisi Es Selam. Esenlik, ferahlık veren, her türlü kötü durumdan selamete erdiren ve gözetip koruyan anlamlarını taşımaktadır. Bu kelime benim dikkatimi, bir rüya ile çekmişti. Rüyamda "Selamün kavlen min rabbin rahim" diyordum. Rüyada görülen cümleler uyanınca genelde tam olarak hatırlanmasa da, bu cümle aklımda kaldı her nasılsa! Sonrasında Yasin süresinde geçtiğini gördüm. Cicime okurum bu süreyi, demek bilinç altıma yerleşmiş, oradan da rüyama sirayet etmiş ama işte onca ayetin içinde, bu, bilinç altına girmiş. Bilinçaltının evrenle ve evrenin büyük bilgisayarı ile bir irtibatı olmalı. Böylece selam kelimesinin anlamını merak edip araştırdım ve öğrendim. Hal böyle olunca, insanların birbirine selam göndermesi de çok kıymetli fakat bu kıymeti bilen insan sayısı jet hızıyla azalıyor. İnsanlar arasında hatır azaldı. Hatırının olmadığı insana, selam göndermenin manasızlaşması beklenen son! Birisini sevince, o kişinin sende hatırı olur. Hatırın olabilmesi için kalpte yer almak şart. Demek git gide, sevgi yok olmuş. Selamın değerliliği, hatırın varlığıyla mümkün hale gelebiliyor. Hatır hatıra kelimesinden geliyor olmalı. Hatırlı olabilmek için, birlikte güzel hatıralar biriktirmek gerekli fakat hatır da, hatıra da temsil ettikleri sözün anlamına uygun sesleri içermiyor. Hatır daha çok sert yiyecekleri nitelemekte kullanılınca, temsil ettiği manaya, kelimenin içeriğindeki sesler uygun düşüyor. Hatıra içinde anı sözcüğünün kullanılması daha uygun görünüyor sanki.
Turnalar, insanlar tarafından, selam götürmekle görevlendirilmiş. Özellikle de sevdalıların yare gönderdiği selamlar bunlar. Sevdanın selamı, bu kuşlara neden yüklenmiş ki? Sevdanın selamını taşıyabilmek için, sevdayı bilmek, yaşamak gerekli değil midir? Ancak sevdayı yüreğinde hissedenler sevdanın selamını layığıyla taşıyabilir. Turnalar da en iyi bilenlerden olduklarını danslarıyla kanıtlıyor zaten. Aşk öyle belli ki hareketlerinde... Onların aşkı mevlevilere de örnek olmuş. Sema dönüşlerini turnaların dansından esinlenerek oluşturmuşlar. Bedenen naif oldukları gibi, yaşamı yaşama biçimleri de çok naif. Haliyle doğada yaşayan insanların dikkatini çekmiş; barındırdıkları özellikleri itibarıyla da saygı duyulmayı hak etmişler. Öylesine saygı duyulmuş ki, avcılar bile onlara dokunmamış! Türkülerimizin önemli bir motifi haline gelmesi yeterli gelmemiş, halı ve kilimlerde de hayat bulmuşlar. Tüm bunların yanında; doğanın aranan ve özlenen önemli bir sesi olmuş onların sesi. Sesin nirvanasıysa müzik oluyor evrenimizde. Elbette ki, sesin nirvanası olan müziğin sözlerinde, turnaların adının yer almaması düşünülemezdi diyorum ve yazıma noktamı koyuyorum.
Sevgilerimle