Bedenin görevi ruha kap olmak mıdır? Onun varlık sebebi bu mudur, başka bir işlevi yok mudur? Üçüncü Göz diye bir kitap okumuştum. Bu kitapta böyle olduğunu yazıyordu. Onu okurken, ben de hak verip, bu fikri benimsemiştim. Şimdiyse biraz daha farklı düşünüyorum. Bedenin ruha kap olmasının yanında, başka işlevleri de olmalı diyorum. Her şeyden öte, ikisi arasında çok yönlü bir alış veriş, ömür boyu sürüyor olmalı!!! Daha sonra, başka başka kitaplarda da, ruhun bu dünyaya deneyim sahibi olmak için geldiğini ve bu nedenle, bir bedene ihtiyaç duyduğunu okudum. Bu sefer karşıma, deneyim kazanmak için bedenlenen bir ruh çıkmıştı. Öyleyse deneyim nasıl kazanılıyor sorusunun cevaplarını düşünmek gerekliydi. Deneyim derken, sadece yaşadığımız olaylar mı kastediliyordu? Deneyim olaylarla sınırlanmış bir olgu mudur? Olay nedir? Duyular da olay içine dahil midir? Ya duygular?
Ruhun sesi var mıydı? Yoktu. Ruha bir ses lazım değil miydi? Ses ile titreşmeyen bir ruh, ne işe yarardı?... Ruhun gözleri var mıydı? Yoktu. Ruha gözler lazım mıydı? Göremeyen bir ruh, eksik kalmaz mıydı?... Ruhun bir burnu var mıydı? Yoktu. Ruha bir burun da gerekir miydi? Bir bebeğin süt kokan teninde cenneti yaşayamayan bir ruh, yeryüzünde ne yapacaktı ki?.... Ruhun teni var mıydı? Yoktu. Tensiz ruh neye dokunabilir, hissedebilirdi? Birisine dokunamayan, birine değmeyen bir ruh, bir işe yarayabilir miydi?... Ruhun dili var mıydı? Yoktu. Dilsiz, sözsüz, hiçbir şey anlatamayan, isteyemeyen, isteyemediği için isteksizleşen bir ruh, ne yapabilirdi?... Ruhun kalbi var mıydı? Yoktu. İçinde, günbegün çoğalan bir sevgiyi barındırmayan ruh, ne yapacak, ne işe yarayacaktı?!
Hiçbir şey yapamayacak, hiçbir işe yarayamayacaktı elbette. İçindeki kargaşayı dindirecek, tatlı ılık sesi, bu dünyada arayıp bularak, dinleyemeyen; kendisi de bir başka ruha ses olamayan bir ruh, bir işe yarayamazdı. Estetiğin vücut bulduğu şekilleri, renkleri, onun için en güzel olan, o eşsiz simayı ve onun ışık saçan gözlerini bu dünyada arayıp bulabilecek gözlere sahip olamayan hangi ruh, hamdım piştim yandım diyebilirdi. Rüzgarın esintisini, suyun serinliğini, yağmurun damlasını, karın soğuğunu teninde duyumsamayan, başka bir tenin tenine değmesini, bu yaşamın içinde algılayacak bir tene sahip olamayan bir ruh, neyi anlayabilir, hissedebilir, tekamülünü tamamlayabilirdi. Sesinde vücut bulan sözcüklerle, kendisine ait şarkılarını söyleyemeyen ve söylenen başka şarkıları işitip, dinleyemeyen bir ruh, yarım değil miydi? Yüreğindeki sevgiyi, kendi kanı ile sulayarak büyütememiş, sevginin binbir türünü içine almamış, sevmemiş; sevildiğini duyumsayıp, sevilmeyi algılayamamış kalpsiz bir ruh NEYİ DENEYİMLEDİM DİYEBİLİRDİ?!!! Öyle ise; bedensiz bir ruhun gelişiminden ve hükmünden söz etmek mümkün görünmüyorsa; bedenin değerini de, bedene vermeli, onu bir kap olma durumuyla sınırlamaktan vazgeçmeli, hakkını da teslim etmeli, değil mi?
Sevgilerimle