Hayat bir muhasebe defteri midir. Biliyorsunuz ben Ticaret Lisesi mezunuyum. Muhasebeden az çok anlarım. Yevmiye defteri tutmayı ve bilanço çıkarmayı öğrenmiştim.! İyiydim bu derste. Her şey bir kural üstünden ilerliyordu!
Kuralımız; giren hesap borçlu, çıkan hesap alacaklıydı. Ne kadar basit gözüküyor değil mi Bu kuralı hayatım boyunca kullanacağımı o zamanlar bilmiyordum lakin hepimizin bildiği bir şey var. Hepimiz hayatımızın her an sonlanabileceğini biliyoruz! Yaşantımızdaki her an, bu ihtimalin varlığında atlatılan bir gerçeklik. Biz hissetsek de hissetmesek de, an be an bu tehlikeleri atlayarak devam eden bir olgu yaşamak. Tehlikeleri de, atlatmaları da, en çok ciddi bir rahatsızlık neticesinde hastanede yattığımızda anlarız. Orada bulunduğumuz süre boyunca başka bir boyutta yaşarız. Hastane dışındaki yaşamla, içerideki yaşam birbirinden öyle başka gelir ki, aynı boyutta olmadığına kanaat getirir insan.
Bu söylediklerimi bana düşündüren ilk deneyimim cicim bendeyken olmuştu. Onunla en güzel zamanlarımızdayken! O zamanda ben ne yersem o da aynını yiyor, ben ne hissedersem o da aynısını hissediyor, ne duyarsam o da onu duyuyordu. Ben de Mozartı, Vivaldiyi filan dinletiyordum ona. Beyni geliştiriyordu bu müzikler. Bilim böyle diyordu. İyiydik yani biz, ama rahatımızı bozan, hayatımızı tepetaklak eden bir sorun oldu. Kalpsiz böbrek taşım, üreteri tıkadı, nefrostomi denen şeyin takılması gerekti bele! Bir hafta kadar hastanede kaldım. İlk kez o vakit hissettim, hastanelerin içinde, hastalar için hayatın boyut değiştirdiğini. Ankara'ya gelmiştik, bitirdiğim okulun hastanesindeydim. Bu boyut değiştirmenin bir başlangıç olduğunu ve bundan sonraki hayatımın normalin dışında yer alacağını bilmiyordum henüz! Üstelik bu çareyi bulmak biraz zaman almış, bu zaman alış böbreği kan havuzu haline sokmuştu. Takılan o ince borudan bir hafta kıpkırmızı bir sıvı aktı. Kırmızı rengin sarıya dönüşmesi en büyük hayalim oluverdi! Cicim içeride olduğu için, uyuşturulmadan takılacaktı takılacak olan. Biraz sabredeceksin dedi doktorum. Sabrettim, tenden böbreğe doğru oya oya bura bura ilerledi ince tel. Deri ile böbrek arasındaki o kısacık mesafenin, ne kadar da uzun olduğunu anlatıp ispatladı bana, fakat taş ağrısından da kurtardı. Servisteki odamda öylece yatıyordum. Yataktan kalkmak pek işime gelmiyordu çünkü doğrulup yürümek bir işkence gibiydi. Tüm bel bölgeme, kımıldayınca bıçaklar saplanıyor gibi acıyordu. Yürürken, oturup kalkarken hangi kasların kasılıp gevşediğini tam olarak öğretiyordu bana! Ağrı kesici ilaç içerdekine zarar verebilirdi, kullanılamazdı. Hiç huyum olmadığı halde, birazcık kendime acır mı olmuştum ne? Sonra Nuran geldi ziyaretime. Şöyle bir baktı bana, biraz sertçe ne yatıp duruyorsun kalksana dedi. Kalkamadığımı söyleyince; bu sefer, amma da canın kıymetliymiş senin de, lafına maruz kaldım. Dayanıksızmışım ben, kofmuşum, böyle hareketsiz durup, böbreğimi iltihaplandırırsam görürmüşüm günümü. Sık sık kalkıp yürüyecekmişim.
Ne kadar da anlayışsız bir arkadaşım vardı. Neler diyordu hissiz hissiz böyle?.. Bu hep böyle miydi?.. Nasıl görmemiştim bunun böyle olduğunu, fakat beni tam bam telimden yakalamıştı böbreğin iltihaplanma ihtimali. Duyar duymaz kalktım ayağa. O andan sonra, koridorlarda en çok yürüyen bendim! Çok sonra öğrenecektim, beni görünce, Nuran'ın kalbinin nasıl acıdığını, üzüldüğünü! Onunkiyle benim ruhumun karşılaşması, Allah'ın bize bir lütfuydu. Biz onunla ayrı yönlerde, aynı hedefe uçan kuşlardık. Bu ayrı yolların içinde yol alırken, benzer vadilerden geçtik ikimizde!
Nefrostominin bana takıldığı gün benim doğum günümdü. Bir kaç hafta öncesinde, o gün için, pırlanta yüzük takmanın planlarını yapan zihnim, o gün geldiğinde matkap gibi bir şeyin vücudumu delmesini deneyimliyordu. Pırlanta yüzük hedefini fena şaşırmış böbreğe takılıyordu! Neydi bu olanlar?! Bir yenilgi mi? Bir bozgun mu? Yahut bir vurgun mu? Neydi bilmiyorum, bildiğim bir şey vardı; çok yorulmuştum. O günden sonra doğum günleri manasızlaştı, kutlamayı kaldırdım; güceniktim belki hayata. Hayata gücenilir mi?! Gücensen de hayat bunu anlar mı? Senin iki "y" onun umurunda olur mu?! İlk kez bu yıl, kendi içimde, kendi kendime kutladım doğum günümü, barış yaptım onunla!
Konuyu dağıttım yine. Anlatmam gereken hayatın muhasebe defteri olmasıydı. Anılar girdi araya. Muhasebe zor iştir. Zor olan kayıt tutmak değildir. Zor olan kar ile zararı denkleştirmektir. Hayatın bilançosunda; yaşananların kar mı, zarar mı olduğunu uzun yıllar gösterir bize... Çünkü Bu Bilançoya Allah Karar Verir. Vardır bir bildiği yüzüğü de böbreğe takmakta!
Sevgilerimle