Dyt. Güner ERBAY

Hazan ve gözlerin hasreti

Dyt. Güner ERBAY

  • 1445

Hazan sonbahar demek fakat bir diğer anlamı daha varmış, o da; sevgiliye duyulan özlem, hasretmiş. Özlem ile hasret eş anlamlı kelimeler olarak gösterilse de hasret özlemin katın satın halidir. Onda bir coşkunluk vardır. Sonsuza doğu uzayan bir özlem olarak duyumsanır hasret. Zordur hasretlik çekmek.

Eylül gelince güz de gelir yavaştan. "Yine hazan mevsimi geldi! Yine yapraklar rüzgarların peşi sıra gidecek." der bir şarkımız. Halbuki rüzgarların peşi sıra gitmek değil yaprakların yaptığı. Rüzgarın içinde olmak onların ki. Yaz boyu sapları ile bağlı oldukları ağaçla direndikleri rüzgara; ağaçla bağları kopunca zorunlu olarak ayak uydurma gerekliliği! Rüzgarın götürdüğü yere gitmeleri; olsa olsa akışa ayak uydurmak, oluruna bırakmak olarak değerlendirilebilir. "Oluruna bırak, her neyse geçer, hayata zulmedip, üzülmeye mi değer?" diyor Sıla. Çok da doğru söylüyor. Bazen bir şeyi oluruna bırakmak en iyisidir. Bu şey özellikle dolaşık yumak şeklindeyse çözebilmek için fazlaca zaman gerekebilir. Zaman içinde bu yumakların kendi kendine çözüldüğünü görmüşlüğüm oldu benim de.

Mevsimlerin en renklisi güzse, benim favorim olmayı da hak eder. Bir güz çocuğuyum ne de olsa. Doğum zamanının insana etkileri türlü türlüdür. Doğum tarihinin sayısal etkilerinin yanında yıldızların dizilim etkileri de söz konusu. Sonuç olarak, hepsi büyük planın koordinasyonunda çalışırlar ve hepsinin önü sonu KADER'e çıkar. KADER; değişir mi? Bana göre onun da değişmesi mümkün fakat çok emekli bir iş. Hayata çook geniş bakabilmeyi gerektiriyor ve elbette sabrı ve de inancı. En önemlisi de inanç elbette. İnancın eyleme dönmüş hali de duadır. Tüm bunları yaparken biz, Allah'ın ezelde bizim bu yaptıklarımızı yapacağımızı bilmesi sebebiyle; yapılanlar neticesinde kaderimiz yolunu değiştirdiğinde, aslında değiştirmemiş de oluyor. Bu nedenle, KADER değişmez deniyor. Aslında bizim için değişiyor fakat Allah'ın bilgisinde değişmiyor. Evet biliyorum biraz karışık geliyor insana, o zaman bırakalım dağınık kalsın mı?

Önce ekinler sararır tabiatta. Tabi onlar sararmak için güzü beklemez. Haziran temmuz gibi olgunlaşırlar. Konya'ya gider gelirken otobüs penceresinden bol bol ekinleri seyretme imkanım olurdu. İlk baharda yeşilini, yazda sararmışını izlemek keyif verirdi. Uçsuz bucaksız sarı başaklara bakılarak yapılan yolculuk hem çok zevkli hem de çok manidar gelirdi bana. Bitip tükenmek bilmeyen aynı görüntü sıkar insanı fakat ekinler başkadır. Onlara ne kadar bakarsan bak bıkmazsın! Ekinlerin keşfinden sonra insanların beslenmesi sorun olmaktan çıkmış. Her an hazırda bir yiyecek bulabilme lüksüne sahip olunca ona bir kutsallık atfedilmesi kaçınılmaz sonuç olmuş. Kutsal olmayı da hak eder gerçekten. Demek ki Allah ekinleri bu amaçla var etmiş. O sapsarı sap ve başakların o kadar hoşa gitmesinin altını, estetik görünümünün üstünlüğü yanında hayatın devamlılığını sağlıyor olması da dolduruyor elbette.. O zaman kullandığım güneş gözlüğüm renkleri daha da canlandıran cinstendi. Onunla dünyaya bakınca sarı daha sarı, yeşilse daha yeşil oluyordu. Gözüme taktığım an çevremdeki tüm görüntülere aman Allah'ım olurdum. Sihirli bir gözlüktü sanki. Şimdilerde arıyorum arıyorum bulamıyorum onun gibisini. Bu başak denizlerine bakmalara doydum diyemem,... gerçekten de hiç diyemem. Başak burcuyum ne de olsa. Onlara bakmak bir nevi kendime bakmak gibi bir şey benim için. Kocaman; uçsuz bucaksız Konya ovasında o zamanlar buğday ve şeker pancarı tarımı yapılırdı. Özellikle pancarları yer altından pompalarla çekilen suyla sularlardı. Şimdilerde, yapılan bu uygulama yüzünden arazide büyük büyük obruklar oluştu. Çok üzücü elbette! Suyu hor hor akıtarak değil, damlama tarzı sulama yaparak kullanabilseydik böyle olmayacaktı kuşkusuz! Bununla birlikte şeker pancarı tarımından da olduk gibi bir durum var ne yazık. Şeker fabrikalarının hemen hepsi satılarak, mısır nişastası şekeri üretiminin önü açıldı. Bizler sürekli şeker yemeyin diyoruz ama yakın gelecekte zaten gerçek şeker mevcudiyetini yitirecek, bulamayacağız!

Ağaç çeşitliliği bol olan ormanlar, sonbaharda harikulade manzaralar sunar bizlere. Çünkü her bir ağaç farklı bir renge bürünür. Kimi yeşil kalmaya devam eder çam, göknar, sedir gibi, kimi sapsarı, kimi kahverengi sarı, kimi kırmızı olur. Değişik renklerdeki ağaç aranjmanını oluştururlar. Bolu, Kastamonu, Karabük bu bakımdan şanslıdır. Bolu, göllerinin varlığı ile kendisini bir iki tık daha yukarı çıkartır. Ormanlarının görsel muhteşemliğine göllerinin güzelliği ilave olur. Ormanın sudaki aksi ve nilüferlerin su yüzeyindeki dansı cennette miyim, ben neredeyim dedirtir insana. Abant gölü güzellikte başı çekse de Gölcük ondan aşağı kalmaz kesinlikle... Uzun seneler önce Mudurnu tarafından Abant'a gitmiş; tepe bir yükselti üzerinden Abant'ı bir nebze kuş bakışı görme imkanım olmuştu. Sanki bir film karesi gibiydi. O kareyi o an beynime kazımışım. Gördüğüm manzarayı hiç unutamadım. Hani çok çok güzel bir şeye rüya gibiydi derler ya, bu da öyleydi, rüya gibiydi fakat Bolu'nun muhteşem gölleri bitmez. Göl, dere, deniz sonuç olarak su görüntüsüne insanın gözleri dayanamaz. Arar bu görüntüyü bulmak ister. Herhangi bir şeyi gözler arıyorsa o şey çok kıymetli demektir. İnsanın gözleri en çok sevileni arar. İnsan için en kıymetli olan da sevilendir zaten. Sevilen her şey dahildir bu arayışa ve onlar sevdiğini görebilmenin hasretliğini çeker.

Sevgiyle

Yazarın Diğer Yazıları