Bir zamanlar Leo Buscağlia'nın yazmış olduğu "Yaşamak Sevmek ve Öğrenmek" kitabı çok popülerdi. Moda gibi bir akımdı onu okumak. Bu kitabı okuyanlar ve okumayanlar diye neredeyse insanlık ikiye ayrılmıştı. Ben de okuyanlar tarafında yerimi aldım elbette, hiç eksik kalır mıydım; sonra hızımı alamayıp başka birkaç kitabını daha okudum. Eminim bu günümdeki beni oluşturmamda, katkısı çoktur bu kitapların.
Sevgililer gününden haberdarlığım da bu kitapla oldu. Kitapta Valentine günü diye bir şeyden bahsediyordu. Saint Valentine diye bir azizle ilgiliydi bu gün. Kitaptaki bilgi bu kadardı ve o zamanlar henüz Türkiye'de 'sevgililer günü' adeti yoktu fakat belli ki hristiyanlar arasında kutlanan bir sevgililer günü vardı. Yaklaşık on yıl sonra bizde de sevgililer günü kutlanmaya başladı. Böylece bir eksiğimizi daha giderebildik.
Bu günün kutlanışının çıkış noktası biraz hüzünlü bir hikaye. Roma döneminde, askerlerin evliliğinin yasaklanması, hikayenin başlangıcını oluşturuyor. Saint Valentine adındaki rahip bu yasayı dinlemeyip, aşık olmuş askerler ile genç kızların nikahlarını gizli gizli kıyıyor. Elbette bir gün olay ortaya çıkıyor, rahip Valentine hapse atılıyor ve orada kaldığı süre boyunca gardiyanın kızına aşık oluyor. Asılacağı gün kıza senin Valentinen yazılı bir kart gönderiyor. Aşka bu kadar hörmet gösteren birisinin aşkı tatmadan gitmesine Allah müsade etmiyor ve ona hayatın en değerli tadı ve manası olan aşkı nasip ediyor. O gittikten sonra bu kişi aziz ilan edilip, asıldığı gün de Aziz Valentine günü oluyor. Bu günde aşıklar birbirine yazılı kartlar gönderiyorlar. Bizde de sevgililer günü olarak kutlanmaya doksanlı yıllarda başlandı.
Yaşamak, Sevmek ve Öğrenmek kitabı yaşamın püf noktasının sevmek olduğunu anlatan bir kitap. Sevmek; ana babayı sevmek, börtü böceği sevmek, taşı toprağı sevmek, insanı sevmek, karşı cinsi sevmek, Allah'ı sevmek. Sevmeyi bilince yaşamın özü yakalanıyor diyor. Yaşamın özünü yakalayanlar da, hayattaki diğer ayrıntılardan fazla etkilenmemeyi başarabiliyor. Hatta birazcık tefekkür de edebilirse, hidayete ermesi de mümkün hale gelebilir fikrimce. Yaşamın sırrını bulunca, hakikat de saklandığı yerden ortaya çıkıyor. Yaşamda, sevgiden öte başka bir şey var mı ki. Hayatın tek bir sırrı var, o da sevgi ve de onun coşkun hali aşk!
Sevgiyi duyumsamak, hem çok kolay, hem de çok zor. Sevgiyi bilip öğrenemeyenler için zor, bilenler ve yaşayanlar içinse çok kolay. Sevgiyi nasıl öğreniyoruz, niye bazı insanlar öğrenememiş oluyor?! Sevgi sevildiğinde öğrenilen bir duygu. Sevmeyi bilmek için önce sevilmek şart. Bebeklik dönemlerinde çok sevilenler, yetişkin olduklarında çok sevebilenler oluyor. Elbette kilit noktayı anneler oluşturuyor, daha sonra da babalar. Her iki ebeveyn tarafından sevilen çocuğun ileriki yaşamında içindeki sevgisine sahip çıkması, onun kıymetini bilmesi, canının yanması pahasına bile yüreğindeki sevgiyi günbegün büyütebilmesi mümkün olabiliyor. Sevilmeyi bebekken hissedip deneyimleyen ruh, ileriki yaşamında sevilmeye değer olduğunun bilinciyle, karşısındaki insanların kendisini sevmesine inanmakta zorluk çekmiyor. Çekmiyor çünkü sevgiyle bakan gözleri biliyor... Gözlerdeki bakışlardan tanıyor, sesteki titreşimden tanıyor, tenin tene dokunuşundaki özenden tanıyor, tüm bedenin ona doğru koşuşundan tanıyor. Kendisini sevilmeye layık olarak görüp, öz benliğinin sevilmeyi hak ettiğine inanan insan, sevgiyi dolu dolu yaşamayı çok da güzel başarabiliyor. Tersi durumdaysa tam bir felaket oluyor kişinin durumu. Ebeveynler tarafından koşulsuz sevildiği deneyimini tam olarak tadamayanlar, ömrü boyunca gözlerindeki soru işaretleri ile yaşıyorlar. Dünyanın en büyük sevgisi kendilerine sunulsa da güvenemiyor, inanmıyorlar. Sevilmeyi bilmeyenler olarak, sevmeyi de bilemiyorlar. Sonuç narsizmin doruklarında, mutsuzluk kuyusunun dibinde yaşanan hayatlar oluyor. Bir ömür böyle heba olurken; yanında yer bulan diğer ömürler de heba oluyor maalesef.
Sevgilerimle