Dyt. Güner ERBAY

Bitmesin istiyorsun

Dyt. Güner ERBAY

  • 559

Sosyal medyaya çok geç girdim. Daha da gireceğim yoktu aslında, biraz zoraki oldu bile diyebilirim. Ablamın uzun süren ısrarlı tutumu olmasa, ne yapardım acaba diye de düşünmüyor değilim şu an. Onun diretmeleriyle facebook, hemen sonrasında da instagram hesabım açıldı. Dediğine göre çağın gerisinde kalıyordum ben. İleri geri; zaten uzun zamandır dinliyordum ondan bunları, pek de aldırdığım yoktu onun bu söylemlerine fakat o sefer bana söz hakkı vermedi, kızlara söyleyip açtırttı bana bir hesap!

Birkaç gün oralı olmadım. Pek manalı bir iş gibi görünmedi gözüme fakat sayfayı her açtığımda, en başta yer alan ve beni dürtükleyen bir soru cümlesi karşılıyordu beni. Bir soru soruyordu facebook bana... "Ne düşünüyorsun"? diyordu. Ne düşünüyorsan, gel buraya yaz, diye bir çağrıda bulunuyor, davet ediyordu. Davete icabet etmemek hiç olur muydu. Aaaa olmazdı elbet. Ayıp olurdu sonra. Anneciğimin meşhur ayıpları! Böyle yetiştirdi bizi o. Ona öyle deme ayıp olur. Buna böyle yapma ayıp olur diye diye, terbiyemizi verdi elimize. Bu ayıpları yapmamak için, her zaman, azami gayret gösterdik ablamla ben, aklımız erdiğince, kendimize göre.. Belki de bu sebeple; bu soruyu  cevapsız bırakmaya fazla direnemedim, kim bilir? Mazallah ayıp olurdu sonra!... Kime ?... Facebook'a elbette. Biraz manasız geliyor değil mi, hatta biraz değil oldukça manasız, komik bile denebilir. O bir kişi miyki ayıp olsun. O bir kişi olmadığı gibi, modern dünyanın bir tuzağı üstelik. Tüzel kişilik o. Lisede öğrenmiştik insanlara gerçek kişilik, kurumlara tüzel kişilik denirdi. Bolu Ticaret Lisesi mezunu Güner bilir bunları. Severdim okulumu. Tahta tabanlı sınıflarımızı ve sınavlarda pencereden bakıp, lapa yağan karları seyretmeyi ne çok özlediğimi anlayıverdim birden şimdi. Duygusal Güner işte ne olacak... Zamanı fazla mı veriyorlardı bize acaba? Uzun uzun yağan karı seyrettiğimi hatırlıyorum. Hatta lise deyince aklıma ilk bu sahne geliyor. Ağır aheste lapa lapa yağan karı, sıcak sınıfından huzurlu bir sessizlikte seyreden Güner sahnesi... Neyse biz Facebook'a geri dönelim. Bizlerle ilgili her türlü bilgiyi toplayıp değerlendirerek, gerekli olan iyilikleri yapmak için türlü türlü  stratejileri oluşturan bir tüzel kişilik o. Profesyonel bir kurum! İnsan psikolojisini ve sosyolojisini hatim etmiş bir kurum! Atatürk'ümüz bugün olsaydı, Türkiye kendi facebookunu, kendi instagramını çoktan oluşturmuştu. Bu gibi nedenlerle onu erkenden zehirlediler inancındayım. O öldükten sonra, onun temelini attığı düzeni tırtıklaya tırtıklaya bugünlere geldik fakat bu konular da beni aşar, fazla dalmamalı!!!

Yazdım bende aklıma gelenleri. Sorunun kendisi zaten yazmanın önünü açan cinsten. Ne düşünüyorsun diyor. Seni tam onikiden vuruyor, kaçacak delik bırakmıyor. Dese ki ne yapıyorsun; belki hiç, hiç bir şey deyip geçiştirirsin fakat ne düşünüyorsun sorusunun cevapları arasında hiç seçeneği yer almıyor. Beyin düşünmeden duran, durabilen bir organ değil çünkü. Öyle ki, uyurken bile düşünüyor o; bölük pörçük, mantıklı mantıksız, sebep sonuç ilişkili ilişkisiz, beyin hep düşünüyor, duran bir organ değil o. Durunca, giden kafilesine dahil oluyoruz zaten! Uyurken; düşüncelerini görüntü ve seslendirmeyle canlandırıp, filmler halinde rüya denen şeyi yapıyor üşenmeden bizlere. Düş görüyoruz hemen her gece. Sanal gerçeklik yaşatıyor hepimize. Onlar da kopya çekip metaverse gözlükleri yapıyor!

Ben de haliyle, meşhur soruyu hemen her okuduğumda; iyi kötü, güzel çirkin, belki vasat belki idare eder cinsten bir şeyler karaladım. Sonra bir iki kişi beğendi. Bazen beğenenlerin beğeni derecesi yükseldi, çok beğendi. Sonra, kimi yazdıklarımı da ben beğendim. Aaa olmuş bu ya oldum. Galiba ben bunu yapacağım, beceriyor muyum ne dedim. Bir sevinç geldi gönlüme, iki kaburganın birleştiği yerde bir hareketlenme, böyle vıcır vıcır bir şeyler oldu. Hala da oluyor, şu an bile!

Heyecanlı bir işmiş yazmak. Sadece heyecanlı olsa iyi hevesli de. Benim iki h işte, yine çıktı karşımıza. Heves edersen yapıyorsun, yazıyorsun onu bunu. Heyecanıysa belirsizlikten geliyor. Şu anın, şimdinin içindeki yazım faaliyetinden sonrası var mı, olacak mı bilmiyorsun. Benden daha başka ne çıkar ki diyorsun. Belki bir iki bir şey daha olur ama sonrası gelmez biter diyorsun... Şimdilik bitmese bile, yakında biter gibi geliyor fakat bitmesin de istiyorsun... Hep yazayım, hep böyle ahkam keseyim arzusu ile de dopdolusun!.. Ee yazmak eylemi, ister istemez içinde ahkam kesmeyi barındırıyor. Herhangi bir şeyi savunma, iddia etme üzerinde ilerleyen bir olgu yazmak. Bu da ahkam kesmek demek oluyor. Bazen ne çok Polyanacılık yaptım, düş dünyası mı kuruyorum ben okuyanlara; yoksa onları kandırıyor muyum yazılarımla fikri doluşuyor zihne. Bazense, ayy kararttım herkesin içini, şişirdim milleti, bir daha yapma bunu deyip, bir azar çekiyorsun kendine kendine fakat hoş bir şey de; bırakmak gelmiyor içinden. Bir nevi müptelası olunuyor yazmanın da. Ruh isteyip talep ediyor içten içten yaz yaz diye; ya yazacaklarım biterse korkusu düşüyor her yazının akabinde kalbe. BİTMESİN İSTİYORSUN, çünkü onu da seviyorsun. Böyleymiş; insan kendi yaptığı bir eyleme bile, kalbinde bir yer ayırıp, seviyor, biterse diye korkuyormuş!

Sevgilerimle

Yazarın Diğer Yazıları