Vücut direncimizi nasıl artırabiliriz. Şu günlerde sonbaharın en güzel ayındayız. Sonbaharda ılık hava ile serin hava sık sık yer değiştiriyor. Bu ani sıcaklık değişimleri vücudumuzun direncini azaltabiliyor.
Bütün canlılar sıcaklık değişimlerinden olumsuz etkilenir. Mikroorganizmalar da belli bir dereceye kadar ısıtılıp ani olarak soğutulursa ölür. Evde yemeklerimizi saklarken de bu yöntemi kullanmamız gerekir. Pişen yemek ocak kapatılır kapatılmaz tenceresiyle soğuk suya oturtulur, hızlıca soğutulup buz dolabına kaldırılır. Böylece yemeğin ömrü uzatılır.
Bu mevsimde güneş ışınları toprağa daha eğik düşüyor. Ultraviyole ile havada ve yerdeki mikroorganizmalar bertaraf edilemiyor. Dolayısıyla üst solunum yolu hastalıkları artmaya başlıyor.
Bugün yiyeceklerle bağışıklığımızı nasıl artırabiliriz bu konuyu ele alacağız.
İlk söylenmesi gereken elbette kişinin yeterli ve dengeli beslenmesidir. Vücudun savunucu maddeleri de birer hücre olduğuna göre yeterli protein tüketimi ilk şartımızdır. İkinci şart ise yeterli enerjinin alınmasıdır, ki proteinler enerji için harcanmasın. Söz konusu olan hücrelerin üretiminde kullanılsın. Vitaminlerden A, B6, B12 ve B9 , E, D ve C vitaminleri bağışıklıkta önemlidirler. Minerallerdense demir, çinko, magnezyum ve selenyum bağışıklığımızı etkiler. Kısaca söylersek karışık bir diyetle beslenme gerekliliğini burada da görebiliriz. Besin gruplarının her birinden bir çeşidi soframızda bulundurarak bu ihtiyaçlarımızı karşılayabiliyoruz. Bir önceki yazımda bu konuyu etraflıca anlatmıştım. (bakınız ana okulu ve ilkokul çocuklarının beslenmesi)
Bağışıklığı artırmada etkisi olan bazı özel gıdalar, yiyecekler var elbette. Bu yiyeceklerin içinde prebiyotikler, probiyotikler, kolajen ve antioksidanlar yer alır. Özellikle vücudumuzun kendisinin yaptığı bir antioksidan madde var ki, bu madde bağışıklıkta çok önemlidir Bu antioksidanın adı glutatyon!
Antioksidanlar yiyeceklerdeki bir nevi boyar maddelerdir. Güneş ışınlarının zararlı etkilerinden korunmak için bitkiler tarafından yapılır. Bunlar oksitlenen herhangi bir moleküle bağlanıp elektron vererek oksitlenmeyi giderirler. Nasıl ki doğada bulunan renkler ruhumuzu olumlu yönde etkiliyorsa, yiyeceklerin içindeki renkler de bedenimizi olumlu etkiler. Birisi ruha öbürü bedene sağlık katar. O halde hayat renklerle devam ediyor diyebiliriz. Hayatımızın her alanına ne kadar renk katarsak o denli sağlıklı oluruz. Kıyafetlerimizde bile renkli giyinmek önemlidir. İnsanın gözünün gönlünün açılması diye bir deyim vardır ve bu deyim büyük ölçüde renkleri kasteden bir deyimdir. Gözlerimizi yumup, kendimizi yemyeşil bir çayırda farzettigimizde, bedenimizde ve ruhumuzda hemen bir iyilik hali oluşur. Her bir rengin kendine özel enerjisi vardır ve bu enerji o rengi gördüğümüzde bize geçiş yapar. Rengarenk doğada olmak bizi her zaman mutlu eder. Yiyeceklerdeki renkler ise aleni sağlığımıza sağlık katar.
Antioksidanlar vücuttaki oksitlenmeyi önleyen kimyasal bileşiklerdir. Demir nasıl ki oksitlenince kuvvetini kaybediyorsa, vücudumuzda da durum farkı değil aslında. Oksitlenmiş demirle yapılan binalar dayanıksız olup kolay yıkılır. Vücudumuz da antioksidansız kalınca oksitlenir ve genel olarak direnci düşer. Aynı binalar misali vücudumuzda yıkılır... Vücudumuzun antioksidanı glutatyonun yapımını ne derecede artırabilirsek o denli dirençli oluruz.
Peki glutatyonu nasıl artırabiliriz? Bunun cevabı elbetteki yapımında kullanılan maddeleri vücuda vermekten geçiyor. Glutatyon yapımında kullanılan bazı maddeler var. Sistein, selenyum, ve C vitamini bu yapımda rol alıyor. Sistein; balık, et, kükürtlü sebzeler, brokoli, lahana, pırasa, karnabahar, soğan, kırmızı biber, keçiboynuzu, yumurta da bulunur. Selenyum ise yine balık, et, tam tahıllar, yağlı tohumlar, kurubaklagiller, yeşil yapraklı sebzelerde, soğan, keçiboynuzu muz, yumurta da bulunur. C vitamini biberler, turunçgiller, yeşil yapraklı sebzeler, kivi, kuşburnu, kızılcık gibi orman meyveleri patateste ve diğer sebze ve meyvelerde orta derecede bulunur.
Burada şunu belirtmekte fayda var elma ve armutta çok az C vitamini vardır. Elma ve armut yediğimizde C vitamini aldık diye düşünmemeliyiz. Zerdeçalda bulunan kurkumin de glutatyon seviyemizi artırır. Burada dikkatimizi çeken şey soğanın hem sistein hem de selenyum içermesidir. Biliyorsunuz Türk mutfağında soğan çok kullanılır. Hemen bütün yemeklerimizi soğanla yaparız. Soğan kullanımına ülke genelinde bakarsak şöyle bir şey görürüz. İklimi yumuşak sıcak olan yerlerde soğan yemeklere daha az ilave edilir. İklimi sert olan soğuk ve nemli yerlerde ise soğan fazla tüketilir. Nemli ortamlarda mikroorganizmalar ürer. Bu yüzden de yiyecekler bozulmaması için kurutulur. Kuru ortamda mikroorganizmalar çoğalamaz. Nemli ve soğuk olan Karadeniz bölgesinde yemeklere soğan daha çok ilave edilir.
Demek ki atalarımız soğanın vucut direncine olan olumlu etkisini tarih boyunca bilmiş ve beslenmesinde bol bol kullanmış fakat bunlar bizlere unutturuluyor, unutturulmak isteniyor. Soğan ekmek yemek deyimi boşuna söylenmemiştir ve çıkış noktasında fakirliğin ötesinde bir anlam vardır. Bu anlam ise vücudumuza verdiği dinçlikten geçiyor. Mısır piramitlerinin yapımında çalışan işçilere sarımsak ve soğan yedirildiğini biliyoruz!
Bir diğer bağışıklık artırıcı gıda ise biyotik gıdalardır. Bunlar pro ve prebiyotik olarak ikiye ayrılır. Prebiyotik demek vücudumuzdaki faydalı mikroorganizmaları geliştiren çoğaltan demektir. Bazı yiyecekler sindirilemeyen lifler yani posa bileşikleri içerir. Bunlar barsaklardaki mikroorganizmalar tarafından kullanılır ve bu mikroorganizmalar çoğalırlar.
Bunlar nelerdir: Tam tahıllar, yer elması, kereviz, enginar, ķök sebzeler, yeşil yapraklı sebzeler domates, kurubaklagiller, pırasa soğan prebiyotik gıdalardır.
Probiyotikler ise barsaklar da yaşayan faydalı mikroorganizmalardır. Bu mikroorganizmaları içeren gıdalarda mayalanmış olan gıdalardır. Bunlar yoğurt, kefir, turşu, boza, sucuk, pastırma, tarhana, sirke, şalgam suyu gibi yiyeceklerdir.
Bir de kolajen olayımız var. Kolajen biliyorsunuz etlerde özellikle de kemikli etlerde bulunuyor. Kolajen et liflerini birbirine yapıştıran ara maddedir. Ayrıca kas dokusunu kemiğe bağlayan da kolajendir. Bu nedenle kemikli ette en çoktur. Kemik suyu önemli ama en pratik olanı balık yiyerek kolajenin karşılanmasıdır. Kolojen bir proteindir ve yapımı için protein gerekir. Kolojen yapımına protein haricinde çinko, bakır ve C vitamini gerekir. Kolajen kas liflerinin birbirine yapışmasını sağlar, böylece dokulara dirilik verir, diri olan doku daha iyi çalışır. Dokuları iyi çalışan vücutta hastalıklara karşı dirençli olur.
Bakır kabuklu deniz ürünleri ve tohumlarda bulunur. Tam tahıllar, kurubaklagiller, kuru yemişler bakırdan zengindirler.
Özetlersek yeterli ve dengeli besleneceğiz. Bunu yaparken yeşil yapraklı sebzeleri diğerlerine göre daha fazla önemseyecegiz. Aynı şey meyvelerde de geçerli. Koyu renkli sebze ve meyveleri tercih etmemiz gerekiyor. Haftada en az bir kez kurubaklagil ve birkaç kez ölçülü olmak kaydıyla kuruyemiş tüketimine dikkat etmemiz gerekiyor. Tüm bunların yanında karabiber, tarçın, zerdeçal, zencefil tüketmeye de gayret etmemiz gerekiyor.
Son olarak söyleyeceğim şey ise ıhlamurdur. Ihlamurun da vücut direncini artırıcı etkisi oluyor.
Şarkı söylemek, müzik gibi bir sanat dalıyla uğraşmak veya bir hobi edinmek, geniş ve rahat bir insan olmak, Allah'a ve kadere inanmak, hareketli olmak, spor yapmak, vücut direncimizi artıran diğer etmenlerdir ve her biri yiyeceklerle beslenme kadar önemlidir. Önemlidir çünkü tüm bunlar ruhumuzu besler. Ruhumuz ise bedenimizi başka bir yoldan besler. Ruh ve beden içiçe girmiş iki boyuttur insanda!..
Sevgilerimle