İman, insanı ve toplumu korktuklarından ve çekindiklerinden korurken, amel (eylem) ise inancı muhafaza eder ve güçlendirir. İman, amelle insandaki yerini korur ve güzelleştirir. (1)
İman, gaye ve hedefi bakımından kısır bir döngüden ibaret ve eylemsiz, sadece vicdani bir iş değildir. Amel imanın tek ispatıdır. Tıpkı ateşin ışığı veya ısısı gibi… İman her ne kadar insandaki yerini meşgul etse de, ameli sayesinde hayat bulur, bulmalıdır da… Amelsiz imanın olamayacağı gibi, imansız bir amel, gaye ve hedefsizliğiyle merduddur. İman-amel ilişkisinde ameli imanla bir saymayanlar; amelsiz, pasif bir müminin- muteber (aktif) bir mümin olmasa da- “mümin” olduğu hüsn-ü zannından dolayıdır.
Amel, imanı besler, güçlendirir ve anlamlandırır. Bunun aksi de pekala mümkündür. İnsan sosyal bir varlık olması hasebiyle, hayatını idame ettirirken pek tabii gaye ve hedeflerini, inanca dönüşmüş düşünce ve niyetlerini amellerle hayatını anlamlandırır. Gaye ve hedefle buluşamayan her davranış makbul ve muteber değildir.
Her inanç eninde sonunda eyleme yükselmek zorundadır. Zira eyleme yükselememiş inanç, düşünceden öteye geçemez. Tefekkür amelle buluşunca imana dönüşür. İman, amele dönüşmezse, tekrar eski haline rücu eder. Yani eylemsizken ki eski hali olan düşüncesine dönüşerek pasivize olur.
Ne zaman ki düşünce eyleme dönüşerek hayat kazanır işte o hal, düşüncenin imana dönüşmüş halidir. Tıpkı buzun eriyerek suya dönüştüğü gibi… İşte o zaman iman bu şekilde teşekkül eder. Ve güçlenmeye, dallanıp budaklanmaya, büyümeye ve gelişmeye başlar. Bu sebepledir ki, iman ve Salih amel birbirlerini tamamlayarak hayatın iki gerçeğini dile getirirler:
İman hayatın görülmeyen yüzünün gerçeği olurken, amel-i salih ise hayatın görülen yüzünde imanın eylemsel ifadesi ve ispatı oluvermiştir. İşte mümin bir kişi, o zaman düşünceden inanca ve inançtan da eyleme geçer. Eylemsiz düşünceler, tefekkür ve tedebbürler su üzerine yazılan yazılar gibidir. Eyleminden ayrılan inanç yalnızlaşır. Hemen eski haline dönüşüverir ve yerini eylemsiz inanca yani eski bozulmaya yüz tutmuş, kokuşmuş hurafeleşmeye açık bir düşünceye bırakır. Eylemsizlik sürdükçe geriye dönüş devam eder ve nihayet amel-i salih anlamsızlaşarak yerini hurafelere devreder. İşte insanoğlu ya amel-i salihi tercih edecek hayatına anlam katacak; veya bu kutsal eylemi terk ederek imanını, inandığı tüm değerleri savunmasız ve zayıf bırakarak, bozulmuş dejenere olmuş düşüncelere dönüştürüp, nihayetinde inancın yerini “hurafe” alacaktır. Böylece mümin bozulma ve bilgisizlikle hurafelere teslim olmaya mahkum kalacaktır. Bu da insanlık için en büyük zulümdür.
Bir kutlu insanla (sav) tekrar başlayıp bizlere kadar gelen bu kutsal yolculuk serüveninde, düşüncenin amelle nasıl inanca dönüştüğüne şahit olduk. İnsan ve toplum yaşamlarının ancak bu şekilde değişebildiğine ve değişebileceğine tanık olduk. Zira kutlu düşünceler amelle inanca dönüşmüş oluyordu. Ameller bir yandan imanı güçlendirirken, diğer yandan da kutlu eylemlerle insan toprağında imana dönüşecek düşünce tohumlarını aktivite ederek inanca dönüştürüyordu.
Amelsizlik aslında yok oluştur. Herkes ve her şey için bu sünnetullahî bir kuraldır. Dünyadaki her türlü eylemsizlik yozlaşmanın ve karanlığın (zulüm) ilk adımıdır. Eylemsizlikle, inanç ve düşüncelerin dejenere ve deforme olması sonucu kişi ve toplum hayatında süratle ortaya çıkacak olan kaos, zulmün bir diğer adıdır. Ve bu kaostan nasibini alan insan düşüncesi, doğru karar verme yeteneğini kaybedince, doğru sonuçlara da ulaşamaz hale gelir. Düşünceleri yönlendiren akıl, kendine yol gösteren değerleri yanlış okumaya ve anlamaya ve de anlamlandırmaya başlar. Tıpkı ana-belleğine virüs girmiş bilgisayara dönüşür adeta…
Artık onun için doğrular bir anlık nefsi bir kararla yanlışa, yanlışlar da doğruya dönüşüverir. Bu durum kişisel ve toplumsal helakın ilk psiko-sosyal basamağını ifade eder. (2) İmana davet aslında düşüncenin, eyleme geçmeden önce chek-up yapılmasıdır. (3) İman ve amel ilişkisinde “iman” ve “amel”in makbul yani, geçerli ve etkin olabilmesi için her ikisi arasındaki ayrılamaz bağın diri ve taze olması esastır. (4) Bu ise amelin, insan düşüncelerini imana dönüştürmesiyle, düşüncelerin imana kalbedip kutsanarak amelle “ölümü ve hayatı” (5) güzelleştirmesi ve anlamlandırmasıyla mümkün olacaktır. (6)
Dipnotlar:
1. Bkz.49/HUCURAT/7
2. Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. (103/ASR/1-2)
3. Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.. (4/NİSA/136)
4. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir). (103/ASR/3)
5. Bkz.67/MÜLK/2
6. Kim de inanmış olarak salih ameller işlerse, o, ne zulme uğramaktan korkar, ne yoksun bırakılmaktan. (20/112)