Şevket Özsoy Ölen İnsanlıktır Ey İnsanlar!
Emekli Öğretmen Şevket Özsoy, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü nedeniyle açıklamada bulundu.
Özsoy; "Ölen insanlıktır ey insanlar! 1500'lü yıllar...
'Ağaçları eğer sarmış olsa karınca.
Zarar var mı karıncayı kırınca?'
Yukarıdaki sözler, 'Muhteşem' lâkabıyla meşhur, yaşadığı dönemin süper gücü diyebileceğimiz, Devlet-i âli Osman'ın padişahı Kanuni Sultan Süleyman'a ait. Yazılma sebebini belki çoğumuz biliyoruz.
Saray bahçesindeki ağaçlara karıncalar sarmış ve ağaçlara zarar verebilecek derecede çoğalmışlar. Padişah ağaçları, ilaçlatarak ya da kireçleterek karıncalardan kurtarmak istiyor. Ama düşünüyor ki, zararlı da olsalar onlar da can taşıyor. 'Öldürülmeleri dinen caiz midir?' diye öğrenmek üzere yukarıdaki satırları yazarak zamanın şeyhülislâmının kürsüsüne bırakıyor. Düşünce ve sözlerdeki/sorudaki nezakete uygun nitelikte bir incelikle cevap gönderiliyor kendisine.
'Yarın Hakk'ın divanına varınca
Süleyman'dan hakkın alır karınca.'
Evet cihanı dize getiren, bir sözü ya da mektubuyla savaşmalarına ramak kalmış orduları, devletleri durduran Türk padişahı Kanûnî Sultan Süleyman Han, ağaçlara zarar veren karıncaya kıyma konusunu bile, dine ve kanunlara uygun olup olmama noktasında sorguluyor, konunun otoritesinden izin alma ihtiyacı hissediyor.
2016 yılındayız.. Aradan 500 yıl geçmiş neredeyse... Suriye'de insanlar kimyasal bombalarla zehirlenerek, yakılarak öldürülüyor. Evet karıncalar ya da sinekler değil, İNSANLAR ZEHİRLENEREK ÖLDÜRÜLÜYORLAR. HALEP YANIYOR... ARAKAN'DA İNSANLAR YAKILIYOR, KESİLİYOR... TÜRKİSTAN KAN AĞLIYOR...
Nerede 'insan hakları, insan hakları' diye bir yerlerini yırtarcasına haykıranlar?! Nerede HÜMANİST(!) DÜNYA? Nerede işgal ettikleri Türk ve İslâm ülkelerine DEMOKRASİ, MEDENİYET, İNSAN HAKLARI(!) v.s. götürdüğü teraneleri ile vahşetin alâsını sergileyen uygar BATI?!... Başka bir belde; DOĞU TÜRKİSTAN.. Ülkesi ülkemizden çok uzak, ama bize çok yakın, bizden insanlar. Yıllardır Kızıl Çin'in zulmü altında inim inim inliyor. Ne sesini duyurabiliyor, ne de bir AĞLAYANI var. Burma/Miyanmar Müslümanlarına resmen SOYKIRIM uygulanıyor. Hani nerede soykırım çığırtkanları? Çeçenistan, Filistin hepsi yüreğimizi dağlıyor, fakat elimizden DUA etmekten başka bir şey gelmiyor.
Ve MISIR... Halkını korumak için kurulmuş ordu, HALKINI KATLEDİYOR meydanlarda. Ve yine (me)denî dünya(!) seyrediyor olanı biteni. Kınamak bile zor geliyor kendilerine. 'Darbe'ye darbe demek güçlerine gidiyor olacak ki, neredeyse 'demokratik darbe' diye yeni bir kavram armağan edecekler modern dünyanın siyaset ve vesayet literatürüne.
Halbuki ordular kendi halkına kurşun sıkmak için değil, düşmanları içindir; halkını, vatanını, dinini ve namusunu korumak içindir. Böyle emrediyor Cenab-ı Hakk Kitab-ı Mübin'inde:
'Düşmanlara karşı ne kadar kuvvet tedarik etmeye, hazırlamaya gücünüz yeterse, derhal hazırlayınız!' (Enfal, 60)
Ve Fetih Sûresi 29. ayette Ashab-ı Kirâm (r.a.) ve dolayısıyla gerçek müminler şöyle vasfediliyor ve övülüyor: 'Düşmana karşı şiddetli, kendi aralarında merhametli.'
Ve bu ayet-i kerîmede övülen sahabe efendilerimize benzer şekilde, Mâide Suresi 54. ayetinde övülen ve Allah'ın Dinine sahip çıkacak bir kavimden, bir topluluktan daha söz ediliyor. 'Ey o bütün iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse duysun: Allah onun yerine öyle bir kavim getirecek ki Allah onları sever, onlar Allahı severler, mü'minlere karşı boyunları aşağıda (alçak gönüllü), kâfirlere karşı başları yukarıda (izzetli ve şiddetli), Allah yolunda mücahede ederler, dil uzatanın levminden (kınamasından) korkmazlar, işte o Allahın fazlıdır, onu dilediğine verir, ve Allah vasi'dir, alîmdir.'
Bir çok din alimi bu kavmi Türk Milleti olarak tefsir etmişlerdir.
Millî şairimiz Mehmet Akif Ersoy Nasrullah vaazlarında bu ayetleri izah edip milletimizi birlik ve beraberliğe davet ederken şöyle bir eleştiride bulunuyor. 'Yazıklar olsun; biz bu hasîsalardan (özelliklerden), bu meziyetlerden, bu büyüklüklerden mahrum olduk. Dinimizden olmayanlara karşı yapmadığımız müdahene, göstermediğimiz nezaket kalmıyor, birbirimizi bir kaşık suda boğmak istiyoruz. Cesaretimiz, kabadayılığımız, asıcılığımız, kesiciliğimiz hep kendi aramızda (birbirimize karşı).'
Konuyla ilgili olarak da şu ayet-i kerîmeyi zikrederek, bu ayetin münafıklar hakkında olmasına rağmen, bugün tamamıyla bizim halimizi gösterdiğini söylüyor.
'Onlar toplu olarak sizinle savaşamazlar, ancak, müstahkem şehirlerde yahut duvarların ardından (sizinle savaşmak isterler). Kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın, oysa onların kalbleri dağınıktır. Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur.' (Haşr, 14)
Öyle anlaşılıyor ki yüzyıllardır başımıza gelenlerden halâ ders almamışız. Birbirimizle uğraştığımız için düşman bizi kolayca alt edebiliyor. Halbuki 'yürekleri toplu vuran bir topluluğu top bile sindiremez.'
Merhum Akif konuşması esnasında şu hadis-i şerifi de zikrediyor: 'Müslümanların derdini kendine dert etmeyen Müslüman değildir.'
Bütün bunları yazarken hiç kimseyi ümitsizliğe sevketmek istemiyorum. Tam tersine diyorum ki, hiç bir zaman Allah (CC)'tan ümidimizi kesmeyelim, fakat O'nun ipine sarılarak yek vücut olalım, bir olalım, diri olalım, iri olalım; zalimlerin karşısında dimdik durabilelim. Dilimizden DUAYI, kalbimizden KARDEŞLİĞİ eksik etmeyelim.
Herkesin bir beklediği var. Kimi Mehdî'yi (a.s.) bekler, kimi de Mehmetciği. Ben de diyorum ki; her ikisi de MUHAMMED'(a.s.v.)den üremiş ve türemiştir. Birincisi neseben, ikincisi lisanen. Ruh ve mana itibari ile ikisi de birdir, aynı davanın hadimi ve hizmetkârıdır. Onları bekleyelim ama oturarak değil, ayakta ve iş başında olalım. Onlar geldiğinde bizleri 'vazife başında' bulsunlar.
'Muhakkak ki ZORLUKLA beraber bir KOLAYLIK vardır. Muhakkak ki ZORLUKLA beraber bir KOLAYLIK vardır' (İnşirah, 5-6)
'Şüphesiz ki Allah, zalime fırsat verir. Ancak onu bir yakaladı mı bir daha salıvermez.' "