'Biz bu kente sahip çıkmaya devam edeceğiz'

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Parti Meclisi Üyesi ve Kastamonu Milletvekili Hasan Baltacı, Kastamonu gündemiyle ilgili önemli açıklamalarda bulundu.

  • 2349
'Biz bu kente sahip çıkmaya devam edeceğiz'
TAKİP ET Google News ile Takip Et

TV366’da gazeteci yazar İrfan Salcı’nın sorularını yanıtlayan Hasan Baltacı, nüfus erozyonundan şehir logosu ve pastırma tartışmalarına, Kastamonu’nun sağlık sorunlarından esnafın ve ittifakların Kastamonu’daki durumuna kadar birçok konuda düşünce ve değerlendirmelerini paylaştı.

Milletvekili Hasan Baltacı, programda yaptığı değerlendirmelerde şunları söyledi;

“KİM NE DERSE DESİN MASAL BİTTİ, HİKÂYE BİTTİ”

TÜİK her yılın sonunda ülkemizin ve illerimizin nüfusunu açıklıyor. Bu iktidar için konuşacak olursak 18 yılın sonunda işte bizim gerçeğimiz bu. Nüfusumuz 379 binden, 376 bine gerilemiş. Kim ne derse desin masal bitti, hikâye bitti. Ayrıntılar daha da acı verici. Biz Kastamonu’dan gideni geri getirememişiz. Burada doğan, eğitimi için başka ile giden gençleri geri getirememişiz. Çalışma çağı olarak tanımlanan 15-64 yaş grubundaki nüfusta Kastamonu’nun kaybı çok büyük. 2019 yılına göre bu nüfusumuz 5 bin 283 kişi azalmış. 2019 yılında çalışma çağındaki nüfusumuz 251 bin 173 iken 2020 yılında 245 bin 890’a düşmüş. Sadece 20-24 yaş arası nüfusumuzdan yüzde 36,8 kaybımız var. 2019’da 29 bin 838 olan 20-24 yaş arası nüfusumuz 2020’de bin 116 kişi azalmış. Bir politika üreteceksek bu gerçeğin üzerine inşa etmemiz gerekiyor. Kastamonu’da genç nüfusu, çalışabilecek nüfusu tutacak projeler üretmemiz, çareler geliştirmemiz lazım. Bunun için ne yapmak lazım? Samimi olarak çaba harcamak lazım. İş sahalarını geliştirmemiz, istihdamı arttırmamız gerekiyor. Neden? Bu şehrin çocukları iş, aş bulamadığı için başka şehirlere göç etmek zorunda kalıyor. Ne ye ihtiyacımız var? Üretime ihtiyacımız var. Üretim yapacak olanları Kastamonu’ya çekmeye ihtiyacımız var. Bu noktada kim çaba harcıyor, kim çaba harcayanın yanında duruyor bakmak lazım. Milletvekili seçildim günden bu yana en çok üzerinde durduğum konuların başında Kastamonu’nun teşvik bölgesinin değiştirilmesi var. Bu noktada gerek Meclis’te, gerekse bakanlık düzeyinde girişimlerimiz oldu. Biz bu çabayı gösterirken bizim de arkamızdan gelen varsa hemşerilerimiz bilmeli ki onlarda Kastamonu için uğraşıyor demektir.

“ŞEKER FABRİKASI SATILMIŞ OLSAYDI DAHA FAZLA NÜFUS KAYBIMIZ OLACAKTI”

Biz 2018 yılında Şeker Fabrikamız için Kastamonu’dan fabrikaya kadar yürüdük. Bugün fabrikamız 18 yılın üretim rekorunu kırmış. Biz o günden bugünleri görmüştük ve demiştik ki bu fabrika üretsin, bacası tütsün demiştik. Fabrikamız 50 bin ton şeker üretmiş. Eğer fabrikamız o gün satılmış olsaydı bugün çok daha fazla nüfus kaybetmiş olurduk. Bu göç daha da hızlanabilirdi. Birileri Kastamonu’nun derdiyle dertlendiğin söylüyorsa biz Kastamonu Şeker Fabrikası Özelleştirme kapsamından çıkarılması ve modernize edilmesi ile ilgili kanun teklifi verdiğimizde bizim yanı başımızda olması gerekirdi. O gün ölü taklidi yapanlar, ‘satacağız başka çaresi yok’ diyenler fabrika üretim rekoru kırdığı için alkış tutuyorlar. Elbette kırar. Biz kendi çiftçimize, köylümüze, işçimize güvenirsek elbette rekor kırar. O bacanın tütmesi için bundan 2 yıl önce kim yürüdü o yolları? Biz yürüdük. Bunun görülmesi lazım.

“NASIL BURADA YAŞASIN, ‘GİTME BURADA YAŞA’ NASIL DİYECEĞİZ?”

Elbette Kastamonu’nun nüfusunun artmasını isterdik. Ama nasıl olacak. ‘Ben balık tutar geçimimi sağlarım’ diyen bir hemşerimiz inse sahil ilçelerimizden herhangi birine denizler trol avcılığına kurban edilmiş, balık yok. ‘Ben tarım yapacağım. Ekeceğim, biçeceğim’ dese ektiği üründen elde edeceği gelir çektiği krediye yetmiyor. 2019’da tonunu bin 900 liraya aldığınız gübreyi bugün 3 bin 500 liraya bulabilirseniz ancak alabiliyorsunuz. Hadi ektiniz devlete sattınız. Devlet yurt dışından aldığı buğday için yabancı çiftçiye 2 bin 450 lira ödüyor ama sizden aldığı buğdaya bin 950 lira veriyor. ‘Ben ormanda kesim yapacağım, çoluğumu çocuğumu besleyeceğim, inadına Kastamonu’da kalacağım’ dese orman kesim fiyatları yıllardır değişmiyor, şirketler ormanları parsellemiş. ‘Bir işyeri açıp, geçineyim’ dese kazancın ne kiraya, ne BAĞ-KUR primine, ne de vergiye yetmiyor. ‘Memleketin OSB’sine yatırım yapayım’ dese Sinop 5.Teşvik Bölgesi’nde, Çankırı 5.Teşvik Bölgesi’nde. Böyle olunca nasıl Kastamonu OSB’ye yatırım yapsın. ‘Anam babamın desteğiyle ben köyümde geçimimi sağlarım’ dese köyü şehir merkezine 4 kilometreden daha uzaktaysa çocukları uzaktan eğitim alamıyor. Kanser şüphesi tanısı koyan hastane aynı hastaya 7 ay sonrasına randevu veriyor. Köyün yolu problemli, su sıkıntısı var, hatlar öyle eski ki gelen elektrik iki floresan yakmaya yetmiyor. Nasıl burada yaşasın? Bu hemşerimize ‘gitme burada yaşa’ nasıl diyeceğiz? SEKA gibi bir değerimiz vardı satıldı. Personel çalışmıyor denildi, özelleştirmeye zemin hazırlandı. Kurumlar, kuruluşlar kötü yönetiliyorsa sorumlusu siyasi iradedir. Bu kurumların yönetimlerini siyasi irade şekillendirmektedir. Türk Telekom işçileri çalışmıyor denildi, edildi ve satıldı. En başarılı özelleştirme diye övünüldü. Elin oğlu 30 milyar dolar vurgun yaptı gitti. Bugün ilçe merkezlerinde bile internet problemi yaşanıyor. Daha mı iyi oldu? Hiç iyi olmadı. Özelleştirmeye zemin hazırlamak için yapılan uygulamaların sonuçlarını yaşıyoruz. Yönetmek siyasi iradenin işidir. Yönetememenin sorumluluğunu işçiye, memura yıkmamak gerekir. Biz yönetime talibiz. Göreve geldiğimizde de hiçbir bahane üretmeden bu ülkede, bu kentte üretimi nasıl arttıracağımızı herkes görecek.

“BU ŞEHİRLE KİMİN İLGİLİ, KİMİN PAYDAŞI OLUP OLMADIĞINA KİM KARAR VERİYOR?”

Kastamonu’nun bir logosu olmalı, bununla ilgilide çalışma yapılmış. Biz ne zaman böyle bir çalışma yapıldığını öğrendik? Logo tanıtım toplantısının davetiyesi bize gönderildiğinde öğrendik. Ben gitmedim, il başkanımız da gitmedi. Niye gitmedim? Davetiye de şöyle bir cümle vardı; ‘Marka şehir olma yolunda emin adımlarla ilerleyen ilimiz için, valiliğimizin koordinesinde şehrin ilgili paydaşlarının katılımıyla belirlenen Kastamonu şehir logosunun kamuoyuyla paylaşılacağı lansmana teşriflerinizi dileriz.’ Tam da şu cümle önemli; ‘Şehrin ilgili paydaşlarının katılımıyla belirlenen.’ Yani bu şehirle kimin ilgili olup olmadığına kim karar veriyor? Buna valilik mi karar veriyor? Kim ilgiliymiş diye baktığımızda; Valilik, Üniversite, Belediye, Ticaret Odası, Özel İdare ve KUZKA ilgiliymiş. Evet bu kurumlar ilgili. Valilik, Belediye, Ticaret Odası ve diğer tüm kurumlar ilgili olur ama bu sınırlandırmayı kim yaptı? Bu şehrin 3 milletvekili var ve şehirle ilgili değiller mi? Ben bu şehrin paydaşı değil miyim? Kastamonu üzerine çalışan, derdiyle dertlenen gazetecileri var mesela. Kent tarihçileri var, deneyimli tecrübeli grafikçileri var. Paydaş sayısı çok olursa, bu çalışma gecikir anlayışı yanlış. Yunanistan’da bir köprünün nereye yapılıp yapılmayacağının referandumu 4 sene sürdü. Kadim bir şehir, binlerce yıllık geçmişi olan bir şehrin logosunu belirlerken süreç geciksin ne olur? Paydaşlar belirlenirken daha esnek, daha katılımcı olunsaydı farklı fikirler ortaya çıkabilirdi. Mesela bu şehrin Atatürk ve İstiklal Yolu var, muhteşem bir değer. Şerife Bacısı var, muhteşem bir değer. Ortaklaşa bulduğumuz değerlerde birleştiğimizde, bu değerler üzerinde yürümek aslında çok kolay. Herkes Ilgaz Dağı diyorsa ön plana Ilgaz Dağı çıkarılabilir. Herkes İstiklal Yolu diyorsa İstiklal Yolu ön plana çıkartılabilir. Yine bir profesyonele logo tasarımı yaptırabilir ve ön plana çıkan ortak değerimiz üzerine çalışma yapması söylenebilir. Sonuç ne oldu? Logo tasarlandı, tanıtımı yapıldı ama ömrü 1 hafta sürdü. Gelen tepkiler üzerine bu logo da ısrar edilmemiş olması doğru atılan bir adımı ifade ediyor. Annelerimiz söylerler; ‘Soran dağları aşmış, sormayan düz yolda şaşmış.’ Geri adım atıldı ama orada harcanan emeğe de yazık. Süreci kısaltmak için işin profesyoneline 9 yada 10 farklı logo tasarlatıp internet üzerinden bir anketle, referandumla hangisinin beğenildiği ölçülebilirdi. Gelecek yeni fikirler üzerinden halk nerede ortaklaşıyor bu tespit edilebilirdi. Bundan sonrası için umarım böyle yapılır. Yol çok, yöntem çok. Esasında biz ‘ben yaptım oldu’ anlayışından kurtulmamız gerekiyor. Bunun için ne yapmamız gerekiyor? Gönlümüzü, kalbimizi, yaptığımız her işi Kastamonululara açmamız gerekiyor. Bu şehre ancak bu şekilde sahip çıkabiliriz.

“BİZİM PASTIRMAMIZLA BOY ÖLÇÜŞEBİLECEKLERİNE İNANMIYORUM”

Biz Kastamonu’yu temsil eden insanlar olarak kullandığımız dile dikkat etmemiz gerekiyor. Bizim kullandığımız dil dışarıdan bakanlara Kastamonu’yu tarif edecek olmalı. Sayın başkan had bildirmek üzerinden bir açıklama yapmış. Sonuçta Kayseri’de bizim ülkemizin bir şehri. Bizim pastırmamızla boy ölçüşebileceklerine kesinlikle inanmıyorum ama kullandığımız dile dikkat edeceğiz. Geçtiğimiz gün partinin görevlendirmesiyle Afyon’a gittim. Afyon sucuğuyla ünlüdür. Bir kasaba girdim, kendimi tanıttım. Kasap bana ‘vekilim pastırmanız harika ama sucukta bizimle yarışamazsınız’ dedi. Afyon’a kadar ulaşmış Kastamonu pastırması. Bizim burada neyi konuşmamız lazım? Pastırmanın kilosu 180-190 lira olmuş. Bunu konuşmamız lazım. Kastamonu’daki evlere giremeyen pastırmanın Türkiye’nin diğer şehirlerindeki evlere girmesi mümkün mü? Bizim bunu konuşmamız lazım. Bu fiyat neden yüksek? Üretici mutsuz, tüketemeyen mutsuzsa biz bunu konuşmalıyız. Bu pastırma her eve girebilirse o zaman Adana’daki vatandaşımız Kastamonu pastırması ile Kayseri pastırması arasındaki farkı öğrenebilir. Nasıl Adana’daki eve girecek Kastamonu pastırması derseniz ekonomik koşulların değişmesi gerek. Hayvan yeminin 130 lira olduğu, kesim fiyatlarının 38 lirada olduğu koşullarda pastırmanın fiyatının düşük olamayacağını biliyorum ama sorumlu siyaset koşulları değiştirecek. Koşullar değişince Edirne’deki vatandaş tadacak ve Kastamonu pastırması Kayseri pastırmasından daha iyi, daha lezzetliymiş diyecek. Biz kim ne derse desin şehrimize yakışanı yapmalıyız.

“AŞI MESELESİ, MASKE MESELESİNDEN KÖTÜ BİR DURUMA GİDİYOR”

Kovid-19 Salgını bizi çok yordu. En çok sağlık çalışanlarını yordu, esnafı yordu, eğitimcileri yordu. Biz bir temenni ortaya koyarak bu salgını bitirebilir miyiz? Mümkün değil. Bir irade ortaya konulması lazım. Hatırlayacak olursak salgının ilk dönemlerinde 1 ay maskeyi kimin dağıtacağını, satacağını tartıştık. Lafa gelince dünyanın en büyük 17. Ekonomisi olduğumuzu söyleyeceğiz, dünyaya kafa tutabildiğimizi söyleyeceğiz ama 50 kuruşluk maskeyi vatandaşla buluşturamayacağız. Aralık’ta aşı çalışması başlayacaktı Ocak ayında zor başladı. 50 milyon doz, 30 milyon doz Sağlık Bakanından, bilim kurulundan cumhurbaşkanına birçok açıklama yapıldı. 3 milyon doz aşı geldi ve süreç sağlık çalışanlarından başlatıldı. 14 gün sonra ikinci aşı vurulacaktı, 28 güne çıkartıldı. Son olarak 6 milyon doza yakın aşı geldi. Kastamonu’da da bugüne kadar 15 bine yakın aşılama yapıldı. Yeterli mi? Tabi ki yetersiz. Kastamonu’nun nüfusu 376 bin. Yüzde 5’ini ancak yapmışız. Aşının etkinlik süresi 6 ay. İlk aşıyı vurulan 6 ay içinde tüm herkes aşılanmaz ise bir kez daha risk altına girecek. Türkiye’nin en yaşlı nüfusuna sahip ikinci iliyiz. Aşı meselesi maske meselesinden kötü bir duruma gidiyor. Dünya’da 9 marka aşı var ama biz tek bir aşıya kenetlenmişiz. Bazı ülkeler 4’üncü 5’nci aşıyı planlamış. Biz halen dünyanın en güçlü ülkesiyiz, bizi kıskanıyorlar diyerek 85 yaş üstü nüfusumuzu daha yeni aşılıyoruz. Hal böyleyken Mart ayında okulları açacağız. Çocuklarımızı nasıl göndereceğiz? Öğretmenlerimiz aşılanmadan nasıl eğitim verecek? Bu aşılama süreci bir yönetememeyi, beceriksizliği ifade ediyor. Dünyanın birçok ülkesi bu aşılama sürecini yönetiyor, bizde yapabiliriz. Gönül isterdi ki kendi aşımızı üretelim, aşıyı ihraç edelim. Ama 1928’de kurulan Türkiye’nin ilk ve tek Halk Sağlığı Laboratuvarı olan Dr. R. Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü 2011 yılında AKP kapatmasaydı belki bunu başarabilirdik. Aşıyı bulan bilim inşalarımızı yurtdışına göndermek yerine aşımızı yurt dışına gönderebilirdik. Güçlü bir ülke böyle yapardı.

“AMBULANS FİLOSUNU GENİŞLETELİM AMA ÖNCE HEKİM SAYIMIZI ARTTIRALIM”

Kastamonu sağlık konusunda diğer illerden çok geride. Sağlık Kastamonu’da acil müdahale edilmesi gereken bir alan. Geçenlerde Kastamonu’ya Sağlık Bakanlığı tarafından tahsis edilen 6 ambulans için tören düzenlenmiş. Kastamonu’ya ambulans gelsin, ambulans filosu genişlesin ama hastanelerimizin durumuna bakınca, sağlık çalışanlarının kadro durumuna bakınca bu 6 ambulans biz hastalarımızı daha çok baka illere taşıyacağız anlamı taşıyor. Ambulanslarımız 2020 yılı itibariyle 7.5 milyon kilometre yol yapmış. Bu sağlık hizmeti yerinde verilmediği anlamına da geliyor. Ambulans filosunu genişletelim tamam ama önce hekim sayımızı, sağlık çalışanı sayısını arttırmamız lazım.

"KEAH’DE 148 UZMAN HEKİM GÖREV YAPMASI GEREKİYOR"

Bakın bakanlığın belirlediği son personel dağıtım cetveline göre Kastamonu Eğitim Araştırma Hastanesi’nde 148 uzman tabibin görev yapması gerekiyor ama bugün Kastamonu Eğitim Araştırma Hastanesi’nde 35’in üzerinde uzman hekim kadrosunda maalesef doktorumuz yok. İlçelerde de benzer durum söz konusu. Aktif görev yapan tabiplerimizden bazıları Kovid-19’a yakalandığı için, bazıları da diğer çeşitli nedenlerle poliklinik hizmeti veremediği dikkate alındığında vatandaş hekime ulaşmakta, ihtiyacı olan sağlık hizmetini almakta maalesef ciddi bir mağduriyet yaşıyor. Bizim biran önce buraya el atmamız lazım.

“KARABÜK EAH’DE 7’DE 7, BİZDE 7’DE 4”

Hemen yanı başımızdaki Karabük Eğitim Araştırma Hastanesi’nde Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı 4 olması gerekiyormuş sadece 1 kadrosu boş. Bizde 4 olması gerekiyormuş 3’ü boş. Bizde 7 kadın doğum uzmanı olması lazım ama 4 kadın doğum uzmanımız var. Karabük’te 7 Kadın Doğum uzmanı olması lazım, 7’si de dolu.  Bizim buraya kafa yormamız lazım. Kastamonu Eğitim Araştırma Hastanesi’nde 10 Anestezi Uzmanı olması lazım ama 5 uzman görev yapıyor. Karabük Eğitim Araştırma Hastanesi’nde de 10 anestezi uzmanı kadrosu var, 10’u da dolu.

“KİMİ KORUYORSUNUZ, ONLAR KİMİN EŞİ, DOSTU, AKRABASI?”

Sağlıkta bir düzensizlik, plansızlık var. Örnek verecek olursak pandemi sürecinde Kastamonu Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi Baştabipliği kadrosundaki sağlık çalışanları mazeretine bakılmaksızın, tamamı Kastamonu Eğitim ve Araştırma Hastanesine süresiz olarak görevlendirildi. Tabi ki bu önemli mücadelede bu görevlendirmeler anlamlı ve kutsal. Ama Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi’nden Kastamonu Eğitim ve Araştırma Hastanesine görevlendirilen sağlık çalışanlarından 17’si Kastamonu Toplum Sağlık Merkezine çekildi. Bunun akabinde ise 112 Acil Sağlık Hizmetleri’nde çalışan ve yataklı tedavi tecrübesi olmayan 20 Acil Tıp Teknisyeni jet bir hızla bu 17 kişinin yerine Kastamonu Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne atandı. Şimdi akıllara bu soru geliyor. Kastamonu Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne 20 sağlık personeli gerekliyse neden Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi’nden Kastamonu Eğitim Araştırma Hastanesi’ne görevlendirilen yataklı tedavi hizmeti tecrübesi olan sağlık çalışanlarından 17’si Toplum Sağlığı Merkezine çekildi ve yerlerine yataklı tedavi hizmeti tecrübesi olmayan 20 acil tıp teknisyeni görevlendirildi? Bura da bir hülle yapılmış. Kimi koruyorsunuz. Onlar kimin eşidir, dostudur, akrabasıdır?

“YURTLARDA KALAN SAĞLIK PERSONELİNE SOĞUK YEMEK UYGULAMASI SON BULMALI”

Ayrıca çok üzüldüğüm bir konu var. Pandemi sürecinde il merkezinde sağlık ordusunu güçlendirmek adına geçici görev ile il merkezine diğer ilçelerden görevlendirilen personeller ve merkezde ikamet ettiği halde ailelerine hastalığı bulaştırmamak için çeşitli kamu kurum misafirhanelerinde misafir edilen sağlık çalışanlarının hali içler acısı. 5-6 ayrı misafirhanede konaklatılan sağlık çalışanlarına yemekleri konakladıkları misafirhanelerde taze, sıcak olarak yapılmıyor. Kastamonu Eğitim ve Araştırma Hastanesi yemekhanesinden plastik kaplar içerisinde gönderiliyor. Karayolları, Enerjisa, DSİ, Öğretmenevi, Polisevi‘ne ulaşana kadar yağı donmuş buz gibi yenmez haldeki yemekler çöpe gidiyor. Hem hastane yemekhanesi zarar ediyor, hem de sağlık çalışanları aç kalıp dışarıdan yemek sipariş etmek zorunda kalıyor ve maddi külfet oluşuyor. Halbuki farklı misafirhanelerde konaklatılan sağlık çalışanları sayısı itibarıyla tek bir misafirhane de toplanarak konaklatılmış olsa bu misafirhanenin yemekhanesinden, çamaşırhanesine kadar tüm imkanlarından anlık yararlandırılabilse, sağlık çalışanlarının motivasyonu üst düzeyde tutulabilir ve hak ettikleri değer gösterilmiş olabilir. Bu uygulamaya biran önce son verilmelidir. Kastamonu’da Fizik Tedavi görmek zorunda olan hastalar da mağdur. Tamam tuvalet ve banyo olmadığı için yataklı tedavi verilmemesini anlıyoruz. Ancak ayaktan tedavi hizmetinin verilmemesini anlayamıyorum. Emsal bütün hastanelerde bu hizmet kesintiye uğratılmadan sürdürülürken Kastamonu’da felçli, muhtaç hastalar ilaç yazılıp evlerine gönderiliyor. Bu hastalar özel fizik tedavi merkezlerinden hizmet almaya mahkûm ediliyor.

“AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ ÖNLEM ALINARAK HİZMETE AÇILMALI”

Keza yine Ağız Diş Hastanesi’nde 30 diş hekimi olduğu halde randevu verilmiyor. Toplumun büyük kısmı ekonomik sıkıntılar içindeyken dar gelirli vatandaşlarımız Özel Diş Polikliniklerinden hizmet almaya mahkûm ediliyor. Çünkü özel diş poliklinikleri hizmet veriyor. Biran önce de Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi gerekli önlemler alınarak sağlık zincirindeki görevini tekrar yerine getirmeye başlamalıdır.

"ÇÖZÜLMEYEN YIĞINLA SORUN VARKEN, AKP ISRARLA BOĞAZİÇİ’YLE UĞRAŞIYOR"

Türkiye’nin çözülmeyen yığınla sorunu varken, iktidar ısrarla üniversitelerle uğraşıyor, Boğaziçi Üniversitesi ile uğraşıyor. 158 yıllık geleneği olan bir üniversiteden bahsediyoruz. Bu üniversiteden Bülent Ecevitler çıkmış, Tansu Çillerler çıkmış, Halide Edip Adıvarlar çıkmış. Kültür tarihimizi zenginleştiren, bizi dünyaya tanıtan bilim insanları çıkmış.  Kangren olmuş sorunlarımız masa üzerinde beklerken iktidar bizim çocuklarımızla, bu ülkenin evlatlarıyla uğraşıyor. Değer mi buna? Rektörü öğrenci istemiyor, akademisyen istemiyor, öğretim görevlisi istemiyor, öğrenci velileri istemiyor. Bir kişi istiyor, o da Erdoğan. Bugün çocuğumuzu üniversiteye göndermek istesek aklımızdan geçen ilk iki üniversiteden biri Boğaziçi Üniversitesi olur. Neden? Esasen orada bir kültür oluştuğu, sınırlı da olsa bir bilimsel özerklik oluştuğu, itibarı olduğu için tercih ederiz. Boğaziçi Üniversitesi’nin dünya çapında bir itibarı var, herkes çocuğunu bu üniversiteye göndermek ister. Daha önce rektörlük seçimlerine girmiş ve en çok oyu almış 3 adaydan birini Cumhurbaşkanı atama yoluyla göreve getiriyordu. O 3 kişiyi üniversite seçiyordu. Oraya emek harcayan akademisyenler seçiyordu. Bu iktidar zamanında Ahmet Necdet Sezer’in en çok oy alan 3 aday arasından yaptığı atamaları eleştiriyordu. Sonra ne oldu? Tamamen seçim kaldırıldı.  Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanan Melih Bulu daha önce AKP’den belediye başkanı adayı olmuş, milletvekili adayı olmuş. Kendi kişisel kariyeri için AKP’nin neresinde olması gerekiyorsa olmuş. Ve sonunda Boğaziçi Üniversitesi’ne kendini rektör yaptırmış. Hiçbir akademisyenin yardımcılığını kabul etmediği bu rektörü ısrarla bu görevde tutarak gençlerin bam teline basılıyor. MHP lideri Bahçeli bir açıklama yaptı ve gençleri kastederek ‘başı ezilmesi gereken yılan’ ifadesi kullandı. Onlar kimi Edirneli, kimi Kastamonulu, kimi Diyarbakırlı, kimi Sinoplu, Samsunlu bizim çocuklarımız. Terör örgütleriyle iltisaklı olanlar var denildi. Bunu İç İşleri Bakanı söyledi. Terörle iltisaklı olanlar İstanbul’un kalbindeki Boğaziçi Üniversitesi’ne elini kolunu sallayarak girebiliyorsa burada kendisinin bir zafiyeti var demektir. AKP Her hak arama mücadelesini ‘orada teröristler var’ diyerek şeytanlaştırmaya kalkışıyor. Buna karşı, kayyum yönetimlere karşı direnmek zorundayız. O çocukların yanında olmak zorundayız.

“ESNAF; KREDİSİNİ, İŞÇİSİNİN MAAŞINI, VERGİSİNİ, BAĞ-KUR’UNU ÖDEYEMEZ DURUMDA”

Türkiye’de uzun zamandır süregelen bir ekonomik kriz vardı. Salgınla birlikte bu kriz daha da derinleşti. Kısıtlama uygulamalarıyla birlikte esnaf kredisini ödeyemez, yanında çalıştırdığı işçisinin maaşını, vergisini, BAĞ-KUR primini vermez hale geldi. Kısıtlamalara ihtiyaç vardı ama objektif olunması gerekiyordu. Kahvehaneyi kapatıp, AVM’lerin açık kalması objektif miydi? AKP kongrelerinde salonları tıklım tıklım doldurup, halı sahaları, restoranları kapatmak objektif miydi? Kısıtlama yapacaksın ama esnafa da gereken desteği vereceksin. O işyerinde çalışanlara destek vereceksin. AKP ne yaptı? Faizli borç verdi. Salgın nedeniyle zarar gören esnafın 31 Aralık öncesinde kullandıkları kredileri 6 ay ertelediler. Ancak taksitlere bankanın uyguladığı faiz üzerinden faizlendirme yapılacak ve bu da kalan taksitlere eklenecek. Bu mudur destek? Sadece hafta sonu iş yaptığı için ayakta duran esnaflar batak durumda. Ne yapmalıydık? Destek vermeliydik. AKP ne kadar destek vermiş peki? Milli gelirin yüzde 1.1 kadar nakit destek vermişiz. Bizden sonra en az destek veren bir Meksika var. Hani biz dünyanın 17’nci büyük ekonomisiydik? Hani tüm devletler bizi kıskanıyordu? Esnaf vergi öderken, BAĞ-KUR öderken, sigortasını öderken gördüğü devleti işler sarpa sardığında maalesef göremedi. 2020 yılında işletmeler zarar etmesine rağmen 2021 yılında 2020 yılına göre yüzde 17 daha fazla vergi toplayacağımız bütçe tüm itirazlarımıza rağmen Meclis’ten geçti. Nasıl toplayacağız bu vergiyi? Esnaf battıktan sonra nasıl olacak bu iş.

“2020 YILINDA KASTAMONU’DA 591 ESNAF SİCİL, 188 ESNAF İSE MESLEK TERKİNİ YAPMIŞ”

Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Sicil Gazetesi verilerine göre 2020 yılında 99 bin 588 esnaf kepenk indirmiş. Kastamonu’da 2020 yılında 591 esnaf sicil terkin, 188 esnaf ise meslek terkini yapmış. Ocak ayından ise 59 esnaf sicil terkin 21 esnaf ise meslek terkini yapmış. Bu ülke zengin bir ülke. Üretmek isteyen bir ülke. Ürettiğimiz sonucunda elde edilen kazancı doğru paylaşıyor muyuz? Paylaşmıyoruz. Sarayın örtülü ödeneği artıyor, saray müteahhitlerinin aldığı ihaleler artıyor. Garanti sözleşmeleri projelere para ödemeye devam ediyoruz. Buralara para, kaynak bulunurken esnaf görmezden geliniyor. Bu süreçte bağış kampanyası düzenlediler. Peki biz gibi bağış kampanyası düzenleyen başka ülke var mı? Evet var. Irak, Sri Lanka, Lübnan, Güney Afrika ve Senegal! CHP iktidar olsaydı, biz bu ülkeyi yönetiyor olsaydık yükü paylaşırdık. Esnafın üzerindeki stopajı kaldırırdık. Esnafın birikmiş vergi ve SGK prim borçlarının faizleri dondurup borçlarını en az 1 yıl ertelerdik. Esnafa yüzde 50 ve daha fazla ciro kaybına yüzde 3 yerine, gelir kaybına oranla kademeli destek verirdik. BAĞ-KUR borcu olan esnafın borçlarını salgın sonrasına ertelerdik, sağlık hizmetlerinden yararlanmalarını sağlardık. Esnafın kamu banklarına borçlarını faizsiz olarak ertelerdik.  Esnafın özel bankalara borçlarını yapılandırır, faizleri silerdik. Esnafa mutlaka sicil affı çıkartırdık. Kapalı olan lokantalara tedbir uygulayarak HES koduyla girilmesini sağlardık. Devlet bankaları pos cihazlarından komisyon almazdı. Esnafa kamu bankalarınca uzun vadeli faizsiz kredi verirdik. Esnafın iş yerinde kullandığı elektrik, su ve doğalgaz bedellerinden vergi almazdık. Esnafın kendisine ve iş yerine kayıtlı araçlarının akaryakıt bedelinden ÖTV almazdık.

“CUMHUR İTTİFAKI PINARBAŞI’NDA ESNAFI KORUMUYORSA KASTAMONU İLE İLGİLİ BİR DERDİ YOKTUR DEMEKTİR”

En son İl Genel Meclisi’nde Cumhur İttifakı içinde bir tartışma oldu. Daha öncesinde Bozkurt’ta oldu, Doğanyurt’ta oldu, Taşköprü’de oldu, Kastamonu merkezde oldu. Hem ittifak var, hem kıyasıya bir rekabet var. Aslında baktığınızda Cumhur İttifakını bir arada tutan Kastamonu ile ilgili bir değer yok. Millet İttifakı’nın Kastamonu’da ortaklaştığı bir nokta var. Cumhur İttifakı’nı yani Devlet Bahçeli ile Recep Tayyip Erdoğan’ı en yukarıda bir araya getiren değerler aşağıda kimseyi bir araya getirmiyor. Pınarbaşı’nda bir kanyon var. Orada belediyeye ait işletmeler var. İstiyoruz ki bu işletmelerden Pınarbaşılı esnaf yararlansın. Israrla üç kez ihale yapılıyor. Bu hassasiyete MHP İlçe Başkanı kayıtsız kalmamış ve imza atmış. Bunda ne kötülük var. Hemen neden yukarıdan imza atanları rencide eden açıklamalar yapıyorsunuz? Bu Cumhur İttifakı Pınarbaşı’ndaki kanyon konusunda esnafı korumuyorsa Kastamonu ile ilgili bir derdi yoktur demektir.

“İGM CUMHUR İTTİFAKINI DEĞİL İNSANLAR ÇOCUKLARININ EĞİTİMİ İÇİN HAYVANLARINI SATIP NEDEN MERKEZE TAŞINIYOR BUNU KONUŞMALI”

İGM’de kıyasıya bir tartışma var. Ve ifadeler o kadar kötü ki! Meclis’in başkanı, ‘benim için Hanönü de Cumhur İttifakı bitmiştir’ diyen Meclis üyesine ‘çokta erkeklik yapmaya gerek yok’ diyor. Bu Kastamonu’nun dili olamaz. Burada cesareti kastediyorsa bu memleketin kadınları, erkeklerinden daha cesurdur. Bizim övündüğümüz cesaretin sembolü Şerife Bacımız var. Ne erkekliğinden bahsediyorsun. İGM’de Cumhur İttifakı tartışılırken Taşköprü’nün Donalar Köyü’ndeki bir vatandaş, köyde internet çekmediği ve çocukları uzaktan eğitim alamadığı için büyükbaş hayvanlarını satıp Taşköprü’ye yerleşti. İGM’nin Cumhur İttifakı’nı değil bunu tartışması lazım. Köylerin yol sorunu, su sorunu, elektrik sorunu var. İGM’nin bunu konuşması lazım. Cumhur İttifakı'nın Kastamonu ile ilgili bir derdi yok. Varsa yoksa ittifakı bir arada tutmaya çalışıyorlar. Ama şunu bilsinler kendilerini yönetemeyenler, Kastamonu'yu da yönetemezler. Sen önce kendi ittifakını yönet. Daha sonra Kastamonu'yu yönetmeye talip olursunuz. Millet İttifakı'na gelince bizim derdimiz Kastamonu. Biz Kastamonu aşığıyız, Kastamonu sevdalısıyız. Göreceksiniz bu ittifak giderek büyüyecek. Hem seçmen nazarında büyüyecek, belki de yeni partilerle büyüyecek.

“BİZ BU KENTE SAHİP ÇIKMAYA DEVAM EDECEĞİZ”

İGM köyün farkında değil, Milli Eğitim Müdürü öğrenciden bir haber, Sağlık Müdürü sağlık çalışanından bir haber, kentin milletvekili seçilmişi memleketten bir haber. Böyle Kastamonu yönetilemez, Kastamonu böyle ilerleyemez. Yaptıkları tek iş Cumhur İttifakını ayakta tutmaya çalışmak ve ne pahasına olursa olsun Erdoğan’ı seçelim demek. Buna itiraz ediyoruz. Bu kentin sahipleri var. Bu kente sahip çıkmaya devam edeceğiz. Biz sahip çıktıkça Millet İttifakı büyümeye devam edecek.