BBP'li Yelis, yeni sistemi anlattı! İşte ayrıntılar...
Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Yelis, 16 Nisan'da yapılacak olan referandum ile ilgili istişarede bulunduklarını belirtti.
Yelis; "Büyük Birlik Partisi olarak, Adalet ve kalkınma partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi arasında varılan uzlaşmaya dayanan Anayasa değişikliği paketi, ile ilgili kararımızı, yaptığımız istişareler sonucunda “Evet” olarak kamuoyu ile paylaştık.
Büyük Birlik Partisi “Vatan”, “Millet”, “Din” ve “Devleti” siyasi varlığının gerekçesi olarak gören büyük ve köklü bir siyasi harekettir.
Partimiz temel felsefesi itibari ile demokrasiyi özümsemiş, milliyetçi, maneviyatçı bir siyasi harekettir. 16 Nisan’da milletimizin yüksek tercihine sunulacak olan Hükümet Sistemi Değişikliği teklifini de bu çerçevede değerlendirmekteyiz. Cumhuriyet ve öncesi siyasi hayatımızın çok pahalı yaşanmış acı tecrübelerini de dikkate alarak Türkiye’mizin darbe anayasası ile oluşturulmuş mevcut sistemden kurtarılarak tam demokratik yeni bir sistem değişikliğine ihtiyaç duyduğu da muhakkaktır.
Yeni bir sistem tartışılırken bizim için şu beş kriter azami derecede önem taşımaktadır.
1- Devletimizin üniter yapısının muhafazası,
2- Türk kimliği ve Türkçemiz,
3- Kuvvetler ayrılığı prensibi,
4- Temel haklar ve inanç hürriyeti,
5- Darbe hukukunun ve vesayetin ortadan kaldırılması.
Halk oylamasına sunulan sistemde bu kriterlerimize önemli ölçüde uyum tespit ettik. Lâkin şu kaydı da düşmek mükellefiyetimiz açısından çok önemlidir.
Türkiye Büyük Millet Meclisimizin güçlendirilmesi ve özellikle kuvvetler ayrılığının temel prensiplerinin yerine getirilmesi bakımından darbe yasalarının ürünü olan siyasi partiler yasası ve seçim kanununun acilen demokratikleşmesi gerekmektedir. Yine bir takım yasal düzenlemeler ile parlamentomuzun çok daha güçlü ve fonksiyonel olması mümkün hale getirilmelidir. Yine yasal düzenlemeler ile hukuk sistemimizdeki aksaklıklar giderilmeli yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı güçlendirilmeli ve yargıya olan güven azami seviyelere çıkarılmalıdır.
Türkiye 2019 seçimlerine kadar iki yıllık sürecin bir saniyesini bile boş geçirmemeli, demokrasiyi güçlendirmek, hukukun üstünlüğünü tesis ettirmek, kuvvetler ayrılığını tam olarak sağlamak için her türlü yasal düzenlemeleri hayata geçirmelidir.
CUMHURİYET
Bir siyasal ortaklık biçimi olarak Cumhuriyet, asla belirli bir toprak parçası üzerinde hasbelkader yaşayan insan kütlelerinin toplamından ibaret, doğal bir şekilleniş değildir.
Aksine Cumhuriyet; kelimenin tam anlamıyla cumhurun, yani tümüyle bir halkın kendi yazgısını yine kendisinin belirleme konusundaki kararlılığının ifadesidir.
DEMOKRASİ
Türkiye Cumhuriyeti’nin, kuruluşunun üzerinden çeyrek yüzyıl bile geçmeden yapılan ilk seçimle bir demokratik cumhuriyet haline dönüşmesi ve bu iki sözcüğün bundan böyle birbirinden ayrı düşünülemeyecek en asli nitelikler olarak siyasal alanı belirlemesi kesinlikle bir rastlantı eseri olmayıp tüm farklılıklarıyla sivil toplumun kendi ortak yaşam idealini gerçekleştirme azminin doğal sonucudur. Çünkü son tahlilde özgürce yaşama liyakatini kanıtlamış her halk kendi ruhunun yüceliklerine boyun eğer ve asla kendi iradesinin gereğini yapmaktan kaçınamaz, dolayısıyla bu halkın özgürlük ve bağımsızlığını bir armağandan, bir ihsandan çok bir hak olarak görmesi kimseyi şaşırtmamalıdır.
ZAMAN, BAKIŞIMIZI MİLLETE YÖNELTME ZAMANIDIR
Bizi aldatmak isteyen sivil veya askeri oligarşi heveslileri, bizi yine bizim ortak değerlerimizle aldatmak zorunda olduklarını gayet iyi bilirler.
Nitekim kendi olanakları ölçüsünce yüzünü daha eşit ve daha özgür bir yaşama çevirmiş olan halkın bu yürüyüşü zaman zaman kimi müdahalelerle durdurulmak ve siyasal alanın sınırları namlunun talep ve korkularınca belirlenmek istendiğinde, bu teşebbüslere ‘Cumhuriyet’i koruma ve kollama’ gerekçesiyle meşruiyet kazandırılmaya çalışılmış ve demokrasiye kasteden her çete, Türkiye’nin ruhunu, her defasında ancak yine onun kendi özlemleri üzerinden ikna etmek zorunda kalmıştır.
Rahmetli Şehit Liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu, Türk esir olmaz derken, Yüce Türk Milletinin her türlü özgürlüğüne olan düşkünlüğüne vurgu yapmıştır. Ayrıca Demokrasilerde yönetim hakkı siyasetindir diyen şehit liderimiz, Milletin muktedir iktidarını sağlayana kadar mücadelemiz devam edecek demiştir.
Aziz Milletimiz yurt içi ve yurt dışı vesayet sisteminin, özgürlüğüne her müdahalesine yapılan ilk seçimde oylarıyla gerekli cevabı vermiştir. En son 15 Temmuz’ da canıyla bedeniyle kendini ortaya koymuş mücadelesindeki son noktayı göstermiştir. Halkımız; 1950 seçimleri sonrası Menderes’i, 1960 sonrası Demirel’i, 1980 sonrası Özal’ı, 2002 sonrası Erdoğan’ı iktidara getirmiş ve fakat milletten yetki alan siyasiler, vesayetçi sistemi Demokrasimiz üzerinden kaldırmaya cesaret edememişlerdir. İlk defa sivil siyaset Anayasa ile ilgili insiyatif almış ve “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” ile değişiklik teklifini milletimizin önüne getirmiştir.
ÜLKEMİZDE BAŞKANLIK TARTIŞMASI 94 YILDIR SÜRMEKTEDİR
Türkiye’nin 94 yıllık başkanlık tartışmalarının başlangıcı, 23 Eylül 1923 günü Mustafa Kemal Paşa ile yapılan bir röportaj sayılabilir. Mustafa Kemal Paşa, röportajı Büyük Millet Meclisi’nin başkanı sıfatıyla vermişti. Ama o günlerde Meclis Başkanlığı bugünkünden başka bir anlam ifade ediyordu. 20 Ocak 1921 günün kabul edilen cumhuriyetin ilk anayasası Teşkilat-ı Esasiye’ nin birinci, ikinci ve üçüncü maddelerine göre “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindi. Yürütme kuvveti ve yasama yetkisi Büyük Millet Meclisi’nde belirir ve toplanır, Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare edilir ve hükûmeti ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’ adını taşır” dı. Yani aslında Meclis Başkanı Devlet Başkanı demekti. Fakat yürütme ve yasamanın Meclis’te birleştiği bu modelde yasamanın yürütme üzerindeki mutlak denetim yetkisi vardı, her konu Meclis’te uzun uzun tartışılıyor, bakanlar sık sık düşürülüyor, bakanların yerine Meclis Başkanı Mustafa Kemal’in onayı olmadan seçimler yapılabiliyordu.
Peki Mustafa Kemal’in kafasında nasıl bir Cumhuriyet vardı?
İstanbul ve Ankara basını sayfalarını bu tartışmalara ayırmıştı. 23 Eylül günü Tevhid-i Efkar’da çıkan “Cumhuriyet terazisinin hangi kafesi ağır basacak?” başlıklı yazıya göre Halk Fırkası Cumhuriyetçiler ve La Cumhuriyetçiler diye ikiye ayrılmıştı. La Cumhuriyetçilerin bir kısmı mevcut sistemi savunan Hakimiyet-i Milliyeciler, bir kısmı ise İttihatçılardı. Cumhuriyetçiler ise üçe ayrılıyordu: Fransız modelini savunan cumhuriyetçiler, Amerikan modelini savunan Cumhuriyetçiler ve Türkiye tarzını savunan Cumhuriyetçiler.
Mustafa Kemal Paşa ve çevresi Türk tipi Cumhuriyeti savunan üçüncü gruptandı
29 Ekim 1923’de meclis hükümeti sisteminden Cumhuriyet sistemine geçildi. Meclis iktidarını artık Cumhurbaşkanı ve CHP Genel başkanı olan Mustafa Kemal Paşa’ya devretti. Artık başbakanı ve hükümeti o atıyor, yürütme Çankaya Köşkü’ndeki toplantılarla ilerliyordu.
1972’de kapatılan Millî Nizam Partisi’nin yerine kurulan Millî Selamet Partisi’nin parti programında ve 1973 seçimlerindeki seçim beyannamesindeki vaatlerinden biri başkanlık sistemiydi:
“Seçme ve seçilme hak ve hürriyetlerinin üzerine konulan anti demokratik tahditler kaldırılmalı milletvekili sayısı azaltılmalı, tek meclis sistemine dönülmeli, devlet ve hükûmet başkanlıkları birleştirilmeli ve başkanı millet seçmeli. Referandum millet vetosu ve halk teşebbüsü müesseseleri kabul edilmelidir.”
1973 yılından itibaren başkanlık sistemi tartışmalarına MHP lideri Alparslan Türkeş de “Tek Meclis-Tek Başkan” formülüyle katıldı.
“Türkiye’de otorite bunalımı var. Bu nedenle Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık müesseselerini tek bir Devlet Başkanlığı müessesinde birleştirmek gerekir. Senato kaldırılarak 300 üyeli tek bir Meclis kurulmalıdır.”
Türkeş bu fikrini 1975 yılında yayınlanan Temel Görüşler kitabında şöyle tarif etti:
“Millî bünyemize ve şartlarımıza uymayan, temeli Avrupa’nın liberal ve sosyal demokrasisine dayanan bugünkü anayasayı başından sonuna kadar değiştirecek, millî demokrasiyi bütün müessesleriyle kuracağız.
“Milliyetçi Hareket, tek başkan, tek meclis sistemini savunur. Çağımız kuvvetli, adil ve hızlı icra çağıdır. Türk milleti, dünya imparatorlukları kurduğu devirlerde, kuvvetli, adil ve hızlı icra sistemini uygulamıştır. Kuvvetli ve hızlı icra, icra gücünün tek elde toplanmasıyla mümkündür. Bunun için tarih ve töremize uygun olarak, başkanlık sistemini savunuyoruz. İcrayı, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık olarak ikiye bölemeyiz. Her konuda bütünleşmeci olduğumuza göre, icranın başında da bütünleşmeci olmalıyız.
Türk tarih felsefesi ve tarihinde icra organı, hiçbir zaman bölünmemiş, yani tek bir başkan tarafından yürütülmüştür. Milliyetçi Türkiye’de de demokratik millî cumhuriyet ilkesi içinde başkan, Türk milletinin yürütme organının tek başı olacaktır.
1983 seçimleriyle tek başına iktidara gelen Turgut Özal, 1987 seçimlerine giderken Hürriyet gazetesinin manşetine bir bomba bırakmıştı: “Ben cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinden yanayım. Çünkü Cumhurbaşkanının epey yetkileri var.”
Özal’ın Başkanlık Sistemi’nden kastı Amerikan Başkanlık Sistemi’ydi. Bunu en iyi 15 Mart 1993 akşamı çıktığı Mehmet Ali Birand’ın 32. Gün programında açıklamıştı:
''Özal: Başkanlık sistemi diyorum ben, başkanlık sistemi tabii Fransa gibi değil daha çok Amerika'ya yakın. Sebebini şöyle tahlil ediyorum; Bakanların benim kanaatime göre, bizim tecrübemize göre parlamento dışından olması lazım. Çünkü altı senelik parlamento hayatımda şunu gördüm; Bakanlarla milletvekilleri arasına devamlı problemler giriyor. Çünkü bakanın da seçim kaygısı vardır, milletvekilinin de seçim kaygısı vardır. Aynı yerde veya aynı grupta olmadıkları takdirde birbirlerine zıt hareketler yapıyorlar ve dejenerasyon başlıyor.
Mehmet Ali Birand: Bir taraftan da tek adamlık tehlikesi çıkmıyor mu ortaya. Yani bir denetim var şu an Meclis'te, Meclis'in bir denetimi var?
Özal: Hayır, hayır. Denetim yok. Ben tam aksini iddia ediyorum. Bugün denetim yok. Neden çünkü hükûmet koalisyon da olsa tek parti hükûmeti de olsa meclise hâkim oluyor. Meclis hiçbir araştırma veya şeyi geçirtmeyebilir isterse.
Halbuki öbür başkanlık sisteminde kuvvetler ayrımı var kesin olarak. O takdirde meclistir ve Amerikalılar buna 'Check and balance' derler, yani karşılıklı bir denge vardır. Cumhurbaşkanı'nın kuvveti vardır icra olarak icra odur, buna mukabil meclisin de yetkileri vardır. Meclis bu sefer tam kontrol yetkisini yapar..."
ANAP’lı İlhan Kesici ise bir adım daha ileri gidip “Türk tipi başkanlık sistemi"ni savundu: “Bana göre Türkiye'deki parlamenter demokrasi ülkenin önünü tıkamaktadır. Bizim gibi parlamenter demokrasiyle idare edilen ülkeler, bizim bu kurumları onlardan aldığımız zamanlardan sonra, on kere yapılarını gözden geçirdiler. Biz ise yerimizde sayıyoruz.
Parlamenter demokrasi tartışma masasına yatırılmalı. İster başkanlık, ister yarı başkanlık sistemi olsun, bir an önce tamamlanıncaya kadar Fransız, İngiliz sistemi karışımı bir sistem, Türk usulü yeni bir yönetimle ülke idare edilmeli…
Siyasetin bir numaralı makamı Cumhurbaşkanlığı olmalı.
Cumhurbaşkanı iki turlu seçimle gelmeli, görev süresi 4 yıl olmalı ve en fazla iki dönem bu görevi yürütebilmeli. Parlamentoyu feshetme dahil, Başbakanı görevden almaya kadar geniş yetkileri olmalı.
Muhtarlık seçiminden, Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar her seçim, dar bölgeli, iki turlu olmalıdır. Yürütme ve yasama birbirinden ayrılmalıdır.
Yani bakan olan milletvekili, milletvekilliğinden istifa etmelidir. Ya da bakanlar parlamento dışındaki profesyonel isimlerden oluşmalıdır. Milletvekilleri kesinlikle hiçbir işle uğraşmamalıdır...”
Cumhurbaşkanı Demirel, Fransız tipi yarı başkanlık sistemine yeşil ışık yakmıştı.
Bir Mısır seyahati dönüşü Demirel kafasındaki modeli uçaktaki gazetecilere açtı:
“Halka karşı sorumlu olması gereken hükûmetler, Meclis aritmetiğine dayalı olarak çok sık değişiyor. Bu da istikrarsızlık meydana getiriyor. Ben geçen dört yıl üç ayda altı hükûmet onaylamışım. Bu kadar değişiklik fazla. Türkiye Başkanlık tartışmasından kaçamaz. Başkanlık ya da yarı başkanlık olsa parlamento zorlanmaz, hükûmet halkın seçtiği başkan tarafından kurulur.”
Demirel Meclis’i fesih yetkisi olan güçlendirilmiş iki turlu seçimle seçilen bir cumhurbaşkanı ve bakanların Meclis dışından seçilmesi önerilerini görev süresinin bitimine kadar savundu.
Rahmetli kurucu Liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu sistem değişikliğine ilişkin, şunları ifade etmişti;
“Parlamenter sisteme göre Cumhurbaşkanının yetkileri çok fazla. Başkanlık sistemine göre ise yetkileri çok az. Bunu da yerli yerine oturtmak gerekiyor. Tercih yapılmalı. Başkanlık sistemimi? Parlamenter sistem mi?
Biz başkanlık sistemini savunuyoruz.
16 Nisan referandum tarihi yaklaşırken:
Türk vatandaşlarından seçme hakkına sahip olanların, 18 maddelik Anayasa değişikliğini oylayacağı 16 Nisan tarihi yaklaşıyor.
Oylama sonucunda geçerli sayılan oyların yarısından bir fazlası evet olduğunda, 18 maddeden ibaret olmakla birlikte Anayasanın 69 maddesinde değişiklik yapan 6771 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu yürürlüğe girecek.
Anayasa değişikliği ile ilgili konulara girmeden önce, yaşadığımız süreçle ilgili tespitlerimize değinmek isteriz.
• Ohal altında referanduma gidilmesini yanlış bulmaktayız.
• Türkiye’nin iç ve dış problemlerle boğuştuğu bir dönemde ‘’ sıhhatli bir tartışma ortamının’’ oluşmadığını görmekteyiz.
• Hem evet, hem hayır cephesi ; teknik tartışma yapmaktan ziyade ‘’ toptancılık anlayışıyla’’ ve ‘’ duygusal ‘’ hatta diğer ‘’ siyasi hesaplaşmalarını ‘’ önceleyerek Anayasa tartışması yapılmaktadır.
• Aziz milletimizin mevcut garabet halindeki sistemle, yeni Anayasa teklifi arasında tercih zorunda kalması ve Seçmenlerin bu iki sistem arasında alternatifsiz olması muhalefetin bir eksikliğidir.
• Cumhurbaşkanı partili olabilir, lakin parti genel başkanı Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Parti genel başkanlığından istifa etmelidir.
Anayasa değişikliği kanunu ile ilgili tespitlerimiz;
• 16 Nisan 2017 tarihinde yapılacak referandumda Değişikliğin ana konusu “hükümet şekli” ile ilgilidir.
Hükümet etme biçimi ise kendisini; aristokrasi, oligarşi, teokrasi, otokrasi ve demokrasi olarak gösterebilir. Bunlardan demokrasi gerçek anlamda uygulandığında, “kuvvetler ayrılığı” ilkesini benimser. Yasama, yürütme ve yargı erklerinin ayrı kişilerin elinde olması demokrasinin gelişmişliğini, halk idare ve iradesinin bir elde toplanmadığını gösterir. 26 Ağustos 1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi’nin 16. maddesine göre, “Hak ve hürriyetlerin güvence altına alınmadığı, kuvvetler ayrılığının olmadığı bir toplumda anayasal düzen yoktur”.
• Kanunda Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısını tehdit eden bir değişiklik önerisi yoktur.
Değişiklik metninden, doğrudan veya dolaylı olarak bir federatif yapı çıkarabilmek pek mümkün değildir ki, 6771 sayılı Kanunda Devletin bütünlüğünü koruyan Anayasanın 3. maddesinin 1. fıkrasına yönelik bir değişiklik bulunmamaktadır. Gerek Anayasanın 3. maddesinin 1. fıkrası ve gerekse egemenliğin kayıtsız şartsız Millete ait olduğunu söyleyen 6. maddenin 1. fıkrası, egemenlik hakkının Türkiye Cumhuriyeti coğrafyasının her yerinde eşit ve her vatandaş bakımından aynı olduğunu, herkesin bir yönetim biçimine bağlı olduğunu ifade etmektedir.
• Anayasa değişikliği ile hükümet sisteminde değişiklik yapılmakta; yürütmedeki iki başlılık giderilmekte ve yürütme yetkileri bir bütün halinde Cumhurbaşkanına ait olmaktadır.
• Koalisyonlar sona eriyor, kalıcı siyasi istikrar geliyor.
• Güvenoyu ve Gensoru uygulaması kaldırılıyor. Güvenoyunu bizzat seçimle millet veriyor.
• Yasama yetkisi münhasıran TBMM’ ye verilmektedir.
Kanunları hükümet değil, milletvekilleri teklif ediyor.
• Hükümetin kanun tasarıları ile yasamaya hakim olması engellenmekte, yasama ve yürütme birbirinden tamamen ayrılmakta ve katı güçler ayrılığı tesis edilmektedir.
• Yasama ve yürütmenin katı biçimde ayrılmasıyla beraber vatandaşlarımız, iki ayrı seçimde birer oy kullanmak suretiyle yürütmeyi doğrudan seçme yetkisine kavuşmaktadır.
• Hükümeti oluşturan parti ile yasamada çoğunluğu elde tutan partinin aynı olması zorunluluğu ortadan kalkmaktadır.
• Bütçe Cumhurbaşkanı tarafından hazırlanıyor, meclis tarafından onaylanıyor.
• Cumhurbaşkanlığı kararnameleri; kanun hükmü ve gücü taşımakta, kanunla düzenlenen konulara ilişkin olmamakta, TBMM’nin aynı konuda bir kanun çıkarması halinde hükümsüz kalmakta ve Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi kılınmaktadır.
• Cumhurbaşkanının fiili ve hukuki sorumsuzluğu sona ermekte, sadece ‘’ vatana ihanet ‘’ değil her türlü eylem ve işlem bakımından cezai ve siyasi sorumluluk getirilmektedir.
• Yüce Divan’a sevk kolaylaştırılmak suretiyle yasamanın yürütmeyi denetleme gücü artırılmaktadır.
• TBMM ve Cumhurbaşkanı seçimleri beş yılda bir ve aynı günde yapılması, Cumhurbaşkanı seçimlerin yenilenmesine karar verirse kendi görevinin de sona ermesi şartı getirilmektedir.
• Yargının bağımsız olduğu gibi tarafsız olması da anayasal hükme bağlanmaktadır.
• 13 üyeden oluşacak Hakimler Ve Savcılar Kurulu’nun 7 üyesinin ilk kez TBMM tarafından seçilmesi düzenlenmektedir.
• Cumhurbaşkanının ( varsa ) partisiyle ilişkisinin kesileceği hükmü kaldırılmaktadır.
• Seçilme yaşı 18’ e indirilerek gençlerimizin önü açılmaktadır. Gençler erken yaşlarda siyasi birikime sahip olacaktır
• TBMM üye sayısı 600’ e çıkarılarak temsil imkanı artırılmaktadır.
• Yargı sivilleşiyor, askeri yargı kalkıyor, Anayasa Mahkemesine askeri üye seçilmesi kaldırılıyor.
• Sıkıyönetim kalkıyor, OHAL yeniden düzenleniyor.
• Üst düzey kamu görevlilerini Cumhurbaşkanı atıyor. Kurumlar ile ilgili idari düzenlemeler Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile yapılıyor.
16 Nisan’a gittiğimiz bu süreçte kamplaştırıcı, ayrıştırıcı ve ötekileştirici dil, hâl ve tavırdan herkes uzak durmalıdır. Herkesin tercihine saygı duyulmalıdır. Karşıt tercih sahiplerine şiddet ve baskı asla kabul edilemez. Bununla ilgili önlem ve tedbirleri almak devletin ve bizatihi hükümetin asli görevidir.
HAYIR tercihinde olanlar da bu memleketin evlatlarıdır, EVET tercihinde bulunanlar da bu memleketin evlatlarıdır. Referandum sonucu ne olursa olsun, Türkiye her sahada büyük bir yenilenme ve reform çağını başlatmak zorundadır."